GURBETTEN
GELMİŞİM…
Türk sanat musikisinin unutulmaz sesi Zeki
Müren ne de güzel söylerdi,
o dokunaklı berrak sesi ve pürüzsüz telaffuzu ile o güzelim
şarkıyı : "Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!/Şuraya bir yatak ser
yavaş yavaş…/ Aman karanlığı görmesin
gözüm!/Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş./Sıla
burcu burcu…ille ocağım!../Çoluk çocuk
hasretinde kucağım…/Sana her şeyimi anlatacağım,/Otur
baş ucuma, sor yavaş yavaş." Sözleri
büyük şair Bekir
Sıtkı Erdoğan üstada ait uşşak
makamı bu unutulmaz eseri ne zaman dinlesem hüzün basar
gönlüme. Bir hoş olurum; buharlaşır, bulutlar
arasından bir yol bulur süzülerek uçarım!
Herkesin ağzında hep aynı sözcük :
Gurbet ! Arapça
kökenli bir isim. TDK’nun 1998 yılındaki 9. baskısının
1. cildinin 897. sayfasında yer alıyor. Verilen tanım
şu : « Doğup yaşanılmış
yerden uzak yer ». Ve sonra aynı mantık
silsilesi içinde gurbet
acısı, gurbet çekmek, gurbete (veya gurbet
ellere) düşmek, gurbete çıkmak gibi deyimleri
sıraladıktan sonra gurbetçi,
gurbetçilik, gurbet eli, gurbetlik, gurbetzede türevleri
ile devam ediyor.
Yurtdışında doğan kız çocuklarına
Gurbet adını koyan gurbetçiler de var ! Büyüyüp
yurtiçinden bir delikanlıyla (içi olmasına içi de
hangi yurdun içi?) evlendirildiğinde
çifte kavrulmuş gurbetçi Gurbet olsun diye belki de,
kim bilir ? Veya yurtiçinde bulunup Gurbet’e
nikahlanan kısmetli damat
gurbetçiler kervanına katılıp salınsın
Avrupa, pardon Avro-pa(ra) yollarında…
Gurbet her dönemde şarkılara, türkülere,
şiirlere, öykülere, filmlere konu olmuştur. Çünkü
herkes biraz gurbettedir. Herkesin ayrı kaldığı
bir toprak, bir yar, ya da bir diyar vardır. Her ayrılık
yaradır, gönüllerde aradır, sözlerim hep yaredir,
buluşmak tek çaredir…Evet bul-uş-mak ! Ara
da bul bulabilirsen… Zira « gidipte dönmemek var, dönüpte görmemek var » diyor şair…
Zaten en çok acı verende bir daha görememe korkusu olsa
gerek. Çünkü nasıl kuş uçmak ve ötmek için
yaratılmışsa, insan da diyar diyar gezip dolaşmak,
rızkını aramak için yaratılmış
olmalı manzaraya bakılırsa! Herkesin Evliya Çelebi olması gerekmese de !
Köyünün pınarlarından, güldür güldür
akan derelerinden, süzülerek uçan kırlangıçlarından,
cami kubbelerine yuva yapan leyleklerinden, başka türlü
öten horozlarından uzaklaşıyor insan gitgide…
Kopmasa
da uzaklaşıyor köklerinden kuşaktan kuşağa.
İple çekiyor yazın gelişini, baba ocağına,
ana kucağına döneceği günü. Marmara’dan
esen meltemin tenini tatlı tatlı okşayışını
özlüyor…
Ah… keşke öyle olabilseydi ! Almancıya,
gurbetçiye çıkmış adı kendi ülkesinde.
Doğduğu yerde. Başka bir türlü bakıyor
insanlar yüzüne. Sanki artık buralı değilsin,
ara sıra uğra yeter dermişçesine… İki
arada bir derede bırakıyorlar insanı! Üzülmemek
elde değil. Kime zararım oldu bugüne değin?
Orda yabancı, burda yabancı, ben nereliyim gerçekten?
Su gibi akıyor zaman. İnsan alışıyor
yavaş yavaş yeni çevresine. Yeni diller öğreniyor,
yeni kültürlere açılıyor, renkler keşfediyor,
ufukları gelişiyor… Durum nesilden nesile değişiyor.
Değerler evrenselleşiyor. Tıp alemi buluş
üstüne buluş yapıyor. İnsan ömrü uzatılıyor.
Yalnızlık ve sevgisizliğin ilacı satılmıyor
eczanelerde…
Para
bol, bereket yok. Tatlar yapay, zevkler sanal… Geldik, gördük,
gidiyoruz geçmişimize
nostaljik göndermeler yaparak…Kim ne derse desin ilk aşk
unutulmuyor !..Amma velakin "Şu bizim hesap, görülüyor
yavaş yavaş"
Yakup YURT
Brüksel, 18 Ağustos 2005 ©
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
Lahey'de
Kısa Bir Günden İzlenimler
1950’den
Mektup Var…
Nereden
geldik, nereye gidiyoruz?
Tutarlılığa
Davet
Köprünün
altından daha çok sular akacak
SAYFA
BASI
|