A vitaminini unutmayın! Mevsim meyvesi gibisi yok. Strese son vermenin 15 yolu

Kendinizi değil kilonuzu yakın

·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  EKONOMI  
·  FIRMALAR  
·  SPOR  
·  YAZARLAR  
·  BASIN ÖZETLERI  
·  COCUKLAR  
·  KADIN & YASAM  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
   
   


  BRÜKSEL MEKTUBU

               Yakup YURT

 

yakup.yurt@skynet.be


DOĞUM GÜNÜMDE YAŞAMIMDAN KESİTLER…

Bahar mı çarptı bilmem!.. Gerçek o ki çok karmaşık ve değişik duygular içindeyim. Ne aradığımı bilmiyorum, ama kendimi bildim bileli bir arayış içindeyim. Ne istediğimi tam olarak bilmesem de, neyi veya neleri istemediğimi çok iyi biliyorum. Garip ve güzel bir yolculuk benimkisi; çünkü yaşamaktan tat alıyorum ve yaşamın hakkını vermeye çabalıyorum. Anlam yüklemeye çalışarak. İnsan nitelemesini hak etme gayreti içinde…

***

1 Nisan 1950 tarihinde Bursa Devlet Hastanesi doğumevinde açmışım gözlerimi. On altısında evermişler anacığımı. On yedisindeymiş anam beni doğurduğunda ilk evlat olarak. Babam oğlan da oğlan diye tutturmuş. Sert Anadolu erkeği ne de olsa! Babamın ısrarlı bekleyişi doğumcu hekimin kulağına gitmiş. Belki de kuş fısıldamıştır kimbilir. Bahşişe gebe ortamlarda delik olur doktorların kulağı! Pek boldur bahşişi Anadolu geleneklerinin;  gönüllü olarak vermediğimiz 'kibarca' alınır elimizden. Söke söke alırlar. Kaçış yoktur bundan. Çünkü hep var olagelmiştir ısrarla yok dediklerimiz. Yok deyişimiz insafa davettir aslında. Mutlu oluruz yok olduğunu iddia ettiklerimiz ortaya çıkınca. Mucize kabilinden. Kendi yalanlarımıza güleriz ciddi görünmeye çabalarken. O nedenle inandıramayız kimseyi sahte gerçeklerimize. Sonuçta 1 Nisan şakasıyla karışık bir muziplik tasarlamış hemencecik kafasında doktor efendi; ben ona gösteririm dercesine! Anneme yatak komşusu bir subay hanımının kundaklanmış kız çocuğunu almış kucağına. Buyrun beyefendi, nurtopu gibi bir kızınız oldu, Allah bağışlasın demiş babama. Babam kızgın ve öfkeli "istemem, sizin olsun, ben oğlan isterim" deyince, hekim bey ver bahşişimi oğlana dönüştüreyim onu demiş. Neyse kapmış rahmetli pederimden bahşişi ve hekim bey getirmiş bendenizi. Bırakmış babamın güçlü kollarına. Bu hikayeyi rahmetliden birkaç kez dinledim. Bir seferinde "sen zaten doğumundan beri masraflısın" demişti, hiç unutmam…

***

Hoş bir tesadüf eseri olmalı ki, babam da 1 Nisan 1926 doğumlu. 1 Nisan 1926 T.B.M.M'de "Zafer Bayramı Kanunu" ile 30 Ağustos gününün bayram olarak kabul edildiği gün.

***

XX. yüzyılın ilk yarısı, yani babamın delikanlılık dönemi, kan ve gözyaşı dolu. Dünya sıcak ve soğuk savaş sarmalında. Avrupa, 1.Dünya savaşı akabinde gelişen ekonomik bunalımdan beslenen, her yanını bir örümcek ağı gibi saran ve her yerde hüküm süren faşist, ırkçı, saldırgan, despotik, antidemokratik, baskıcı ideoloji ve rejimlerle yönetiliyor. Ve bunun mantıkî sonucu olarak iç savaşlar, sömürgecilik, yayılmacılık diz boyu. Milyonlarca insan ya ölmüş, ya sefil…

***

Sonrasında siyasal (Avrupa Konseyi), ekonomik (CECA) ve askeri (NATO) örgütlenme başladı. Toparlanmaya geçildi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ndeki kapitalizm karşıtı uygulamaların Avrupa işçi sınıfı üzerindeki etkisini yok etme amacıyla sosyal güvenlik haklarının verilmiş olması sonucunda Batı Avrupa sosyo-ekonomik bir cazibe merkezine dönüştü.

***

Batı Avrupa'nın çözümsüz demografik sorunundan kaynaklanan işgücü ihtiyacı metallürji, madencilik, petro-kimya, otomotiv ve inşaat sektörlerinde kendisini hissettiriyordu. Bu duruma istinaden imzalanan göç anlaşmalarıyla Türk işçi ve köylüsü 1960'lı yıllardan itibaren dünyanın dört köşesine savruldu. İlk gelen atalarımız az kalıp, çok biriktirip, bir an önce dönmek niyetindeydiler. Sonunda dönemeyip kalan, yerleşip kökleşen, yavaş yavaş buralılaşan, kimliğini yitirmemek için direnen, oralılıkla buralılık arasında gidip gelen, bir türlü karar veremeyen, bu süreçte anlamlı ve olumlu yardım alamayan, gönderenlerin unutmaya çalıştığı ve alıştığı, ırkçılığın hem yasak olduğu hem de giderek  arttığı bu ülkelerde yer edinmeye çalışan savrulmuş insanlar. Kayıp nesiller. Türkler, Faslılar, Afrikalılar; kısacası göçmenler, "yeni Belçikalılar"…

***

27 Mayıs 1960 İhtilâli ile devrilen Celâl Bayar köylümdür. TC Devleti'nin ilk sivil cumhurbaşkanı olan rahmetli 22 Ağustos 1986'da 103 yaşında vefat etti. Köyümüz Umurbey'e her yıl gelirdi ve biz ilkokul çocukları karşılardık kendilerini. Bir elini öptüğümde elli kuruş vermişti bana; çocuklar için hazırladığı bir cep bozuk para içinden. İlkokul 4. sınıf öğrencisiydim ordu yönetime el koyduğunda. Yassıada duruşmalarını radyodan dinledik her akşam; Şevket Rado beyin çıkarttığı haftalık Hayat mecmuasının o döneme ait tüm sayılarını sakladım anı olarak.

***

Babam 19 Mayıs 1966'da çıktı Avrupa yoluna. Ve geldi Belçika'ya. Kaçak olarak. Yaş haddinden dolayı. Çünkü 35 yaş üstündekileri kabul etmiyorlardı. Neyse yolunu buldu, kaldı. Durumunu düzelttikten sonra, bizi 1967'de aldı yanına. Ben 24 Ekim 1967’de indim Zaventem havalimanına. Kiracının alt-kiracısı olarak sıkışık yaşadık her anlamda. Patates kızartması, kızarmış pilici, mayonezi, yumurtası, eti, birası, muzu, çikolatası bol olan bir bolluk ülkesine gelmiştik sonuçta. Tam delikanlı çağımızda. İşsizlik te yoktu o zamanlar. Ebeveynlerimiz ezilseler de bize hissettirmezlerdi. Tam istihdam vardı ve sendikalar güçlüydü. Dolayısıyla ırkçılık yapmaya henüz gerek duymuyordu, yabancılar sayesinde beylik taslayan yerliler. İnsanlar daha güler yüzlü, daha sevecen, daha cana yakındılar. Şimdi durum tersine döndü. Sebep-sonuç ilişkisi aşikar. Pasta küçüldükçe kavga büyüyor!

Globalleşiyor dünya...

***

Daha sonra 12 Mart 1971 muhtırası verildi, yani yine askeri darbe daha yapıldı.  Ezilen ve üzülen yığınlar. "Komünist" avına çıkıldı ve gençleri asıldı büyük prensipler adına. İntikam alındı masum insanlardan.  Sataşmalar, kamplaşmalar, çatışmalar, provokasyonlar dönemi başladı. Bölünen gençler, memurlar, kurtarılmış bölgeler, yakılan insanlar, işkenceler, fişlemeler, meydanlarda vurulan insanlar, hapse atılan yazarlar çizerler… “Başlamadan biten rüyalar...” şairin dediği gibi. Binbir türlü yöntem denendi. Ama bir türlü gelişmedi demokrasimiz. Güdük işbirlikçi sermayenin ihtiyaçlarına uygun olarak kurgulanan hükûmetler peşpeşe geldiler ve gittiler.
Ve hâlâ benim dönemim  başarılıydı diyebilen politikacılar var! Ve umutları elinden alınmış halkımız ve dünya insanları çaresiz.

***

Terör belası, "sağ-sol" çatışması, günde ortalama 25 kişinin ölmesi, aydınların katledilmesi, faillerinin ise her ne hikmetse hiçbir zaman bulunamaması derken gelen 12 Eylül 1980 darbesi. Bence bu darbenin yegâne olumlu yanı Sanat Tarihine geçecek büyüklükte bir “ressam” ile tanışmamızı sağlamış olması!

***

Ve 1983'ten itibaren tedricen paranın tek değer olarak algılandığı bireyci, nemelazımcı, adamsendeci, köşedönmeci zihniyetin egemen ve iktidar olmasını görüyoruz. Gelenin gideni arattığı, denize düşenin yılana sarıldığı, bir de bunları deneyelim bakalım dedirten kaderciliğin yaşandığı günler. Plânsız, programsız, amaçsız, ufuksuz, günübirlik, borç alarak borç faizi ödeme ilkesine bağlı, IMF reçeteli kalkınma stratejisi. Kusura bakmayın ama benim kafam basmıyor. Dinozor muyum, marjinal miyim, ulusalcı mıyım, Jakoben miyim neyim anlayamadım bir türlü. Yok canım belki de IQ'um düşüktür, kim bilir? Olsun varsın, isterlerse millliyetçi, isterlerse ulusalcı veyahut Atatürkçü-Kemalist desinler (ki benim için onurdur). Türkiye benim anavatanım, Belçika ise ikinci vatanım. Doğduğum yer değil, doyduğum yer. Yavaş yavaş anlamaya çalıştığım, anladıkça yaklaştığım, yaklaştıkça kaynaştığım, kaynaştıkça sevmeye başladığım küçük sevimli ülke!

***

Sonra 1989'da Berlin Duvarının yıkılışı. Sovyet sisteminin çöküşü, Varşova Paktının dağılması, dünyanın tek kutuplu hale gelmesi, İkiz Kuleler olayı, İslâm'ın tehlike olarak tanıtılarak onu ılımlılaştırma girişimlerinin başlatılması, yani emperyalizmle barışık hale getirilmek istenmesi… Bütün bunları her biriniz, benim gibi, günü gününe TV ekranlarından canlı olarak izliyorsunuz elbette.

***

İnternet Haber yazarı Merve AYSAN "Kıyının bir ucundan ötekine koşarken geride kalanlara, yanımızdan geçip giderken gözümüze çarpanlara bakmıyoruz bile çoğunlukla, sonra belli bir yaşa gelince mutluluğu bulma telaşına düşüyoruz… Aslında farkında değiliz ama nereye gidersek gidelim, kaç yaşında olursak olalım, yaşadığımız herşey bizimle geliyor… Ama yalanlar olmasa yaşayabilir miydik, herşey çok acıtmaz mıydı? Aslında yaşamdan ne kadar çok şey beklerseniz o kadar hayal kırıklığı buluyorsunuz, tıpkı şairin dediği gibi sahiden de basit yaşamalı basit… Çünkü, hayat basit ama karmaşık hale getiren bizleriz…"

***

Ekonomi "Sınırlı imkânlarla, sınırsız ihtiyaçlara çözüm bulma sanatıdır" tanımını çok anlamlı bulurum. Mutluluğu başkalarını taklit etmekte arayanlar, maddi tüketim sarmalında tükenip gidiyorlar. Mutluluk rolü oynayarak, mutlu görünmeye çalışarak. Mutluluk tabii ki her insanın hakkı. Ve maddi, manevi, cinsel, sanatsal, bütün güzellikler insanlar için. Mutsuzluklardan olabildiğince uzak kalmanın ve sağlıklı yaşamanın formülü bence şu : Samimi olmak ve yeter diyebilmek.

***

Evet bugün benim doğum günüm. Yaş 58!  Yolun yaklaşık üçte ikisi eder. Kalan üçte bir de bana yeter de artar bile. Son nefes ilahi takdire bağlı sonuçta ve boynumuz kıldan ince bu mevzuda. Ölümü düşünmek yaşamaya engel olmamalı! Ölümlü olduğumuzu bilelim, ama ölmeyecek gibi yaşayalım!

***

Mutluluk çizgisel değildir. Hep mutlu olunmaz ve sürekli mutlu kalınmaz. Ve ben hepinizin mutlu anlarınızın olabildiğince artmasını diliyorum. N'olur yaşamanın hakkını verelim. Dünyayı yaşanılır kılalım, dünyaya geldiğimize değsin.

***

Sermayem samimiyet.
Seviyorum ve seviliyorum çok şukür.
Sevdiklerimle beraberim.
Sağlığım yerinde.
Daha ne olsun?

 01 Nisan 2008

 
YAZARIN DİĞER YAZILARI:

Doğum günümde yaşamımdan kesitler
Güvenoyu mu, mayınlı tarla mı
Tarihte bugün...
Kaptan Pilot Yves'in Ulusa Seslenişi
Irkçılık umutsuzluktan besleniyor...
İnanc düşmanı özgürlük havarisi
Seyir devleti ve Sarkozy
Rehberlik nedir, ne değildir
Yoğurt tuttu mu, tutmadı mı, yakında görülecek…
Danke Şön Dazlak
Brüksel’de durum ne?
Medya diktatörlüğü, gönül körlüğü
Sisli havada siyaset
Kurban Bayramı Arifesinde Bazı Görüşler!
07 Aralık dört iyi insanımızın öldüğü kötü bir gün…
Belçikalılaştıramadıklarımızdanmısınız?
İstanbul’a gay belediye baskanı mı? Vay anasını…
Ah Belçika, vah Belçika
Bayram geldi neyime!
Bugün 19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı (mı)?
SARKOZY VE SEÇİMLERE BİR AY KALA
BELÇİKA'DAKİ DURUMUMUZ...

Gerçek tek, yorumlar farklı...
Kem küm, lam lum!
MERİNOS KOYUNU MU, GLOBAL SERMAYENİN OYUNU MU?
BRÜKSEL'E KAR YAĞDI, GÖNLÜM ÜŞÜDÜ…
Yılbaşı bahane, dostluk şahane
Yılbaşı gecesi yaklaşırken
Küresel Sessizlik
İmkansızı olanaklı hale getiren devlet adamı: Bülent Ecevit
Korku Bahçesinde Sevgi Yeşermez
Bugün 23 Nisan
Tarihte ve gelecekte kadının yeri
Mösyö Sarkozy kimdir?
Esti Nesim'i Bahar, Ya da Nevruz Ateşi
Darbede Doğan Deniz
Kısır Döngü veya Kuyruğunu Isıran Yılan
Edison lambaya püf dedi!
Her şeye gülünür mü?
Mozart Bugün 250 Yaşında
UĞUR’suz bir günün düşündürdükleri!..
Kurban Bayramı Arifesinde Bazı Görüşler
Epifani Yortusu ve Kral Galetası
şünüyorum, Öyleyse Varım (Descartes)
Yılbaşı Gecesi Yaklaşırken
Ankara-Brüksel Diyaloğu...
BREL en büyük Belçikalı seçildi
Çağdaş Uygarlık Yolları Mayın Döşeli
Adile Naşit: Vazgeçilmez ve bir daha gelmez…
İntihar Komondosu Belçikalı Meryem
Dil ve Aşağılık Duygusu
ÖEK Üçlüsüne Ne Oldu?
Bayram Geldi Neyime
Ramazan Bayramınızı candan kutlarım!...
Ah Mutluluk Ah!..
Değişim, Gelişim ve İlerleme
Sınıftan Atılan "İnkarcı"...
Avrupa, Avrupa, Duy Sesimizi...
La Brabançonne ve İstiklâl Marşı
Darbelerle Dolu 55 Yıl
Tükenen Ömürler
Gurbetten Gelmişim...
Lahey'de Kısa Bir Günden İzlenimler
1950’den Mektup Var…
Nereden geldik, nereye gidiyoruz?
Tutarlılığa Davet
Köprünün altından daha çok sular akacak

   
SAYFA BASI

Yakup Yurt
Doğum günümde yaşamımdan kesitler
Mahmut Aşkar
Ali Kılıçarslan
Koch’a siyasi ahlak dersi
Hüseyinleşmek (2):
Hayatın İki Tezatı
Muhsin Ceylan
Nesneleştirilen Öznelerden biri Marco…
Ali Kılıçarslan
Koch’a siyasi ahlak dersi
Nuran Yelkenci
Ne Mutlu Türküm Diyene!..
Ozan Yusuf Polatoğlu
Merhaba sayın Baykal
Orhan Aras
Dinle küçük adam!
Hayrettin Çakmak
1070 Rakımlı Tepe
Ayten Kılıçarslan
Yeni bir skandal!
Hidayet Kayaalp
Düşünmek farz mıdır?
Hasan Kayıhan
Bizim "Diaspora" Show
İsmail Altıntaş
Diaspora ve Kimlik
Prof. Dr. Ümit Özdağ
Türkiye'nin En Büyük Sorununa Cevap
Haldun Çancı
İran, Türkiye'nin düşmanı mı?
Fikret Ekin
İnsan ve İnsan
Veli Kalli
Gurbet Çilesi
M. Ali Aladağ
Almanya Tehlikeli Sinyaller Veriyor
Prof. Dr. Berhan Yılmaz
Biri bana anlatsın
Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Şiddet ve Eğitim Sitemimiz 1
Üzeyir Lokman  Çaycı
Şehirleşme
Yılmaz Kuzucu
Mart mektubu
Şefik Kantar
Her şey hayallerle başlar
Sebahattin Çelebi
zifirî
İsmail Tüysüz
”Avrupa’nın Anası Anadolu” Konferansına İlgi Büyüktü
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
Enerjimizi Ulusal Sorunlarımızın Çözümüne Harcayalım
Erhan Türbedar
Kosova’ya İki Yeni Bakanlık Devrediliyor (?)
Mustafa Can
Ben Uyumdan Yanayım, Ya siz..........
Serdar Çelebi
Fransa olayları ve Avrupa’da ‘Yeni Irkçılık’
Yakup Tufan
Fransa’nın İmajı
Betül Parlar
Hey du...
Şensel Aşkın
Bilginin/Doğruların Etkinliği
Halil Gülel
Gerçek Güzellik
Dr. Nebil Bozdoğan
Botox zehir mi ilaç mı?
Sizden Biri
Sen neymişsin be abi?
Alperen Çelik
Yeni Vietnam IRAK
İsmail Altıntaş
İslâm Dininin Engellilere Sağladığı Kolaylıklar
Latif Çelik
Ayný acýyý duyanlar en samimi olanlardýr
Dr. Nebil Bozdoğan
Kozmetik cilt tedavisi amaçlı lazer uygulamaları
Fazlı Arabacı
Yaralı bir bilinç