BRÜKSEL
MEKTUBU
Yakup
YURT
|
|
yakup.yurt@skynet.be
|
DOĞUM GÜNÜMDE YAŞAMIMDAN KESİTLER…
Bahar mı çarptı bilmem!.. Gerçek o ki çok
karmaşık ve değişik duygular içindeyim. Ne aradığımı
bilmiyorum, ama kendimi bildim bileli bir arayış içindeyim.
Ne istediğimi tam olarak bilmesem de, neyi veya neleri
istemediğimi çok iyi biliyorum. Garip ve güzel bir yolculuk
benimkisi; çünkü yaşamaktan tat alıyorum ve yaşamın hakkını
vermeye çabalıyorum. Anlam yüklemeye çalışarak. İnsan
nitelemesini hak etme gayreti içinde…
***
1 Nisan 1950 tarihinde Bursa Devlet Hastanesi doğumevinde
açmışım gözlerimi. On altısında evermişler anacığımı. On
yedisindeymiş anam beni doğurduğunda ilk evlat olarak. Babam
oğlan da oğlan diye tutturmuş. Sert Anadolu erkeği ne de
olsa! Babamın ısrarlı bekleyişi doğumcu hekimin kulağına
gitmiş. Belki de kuş fısıldamıştır kimbilir. Bahşişe gebe
ortamlarda delik olur doktorların kulağı! Pek boldur bahşişi
Anadolu geleneklerinin; gönüllü olarak vermediğimiz 'kibarca'
alınır elimizden. Söke söke alırlar. Kaçış yoktur bundan.
Çünkü hep var olagelmiştir ısrarla yok dediklerimiz. Yok
deyişimiz insafa davettir aslında. Mutlu oluruz yok olduğunu
iddia ettiklerimiz ortaya çıkınca. Mucize kabilinden. Kendi
yalanlarımıza güleriz ciddi görünmeye çabalarken. O nedenle
inandıramayız kimseyi sahte gerçeklerimize. Sonuçta 1 Nisan
şakasıyla karışık bir muziplik tasarlamış hemencecik
kafasında doktor efendi; ben ona gösteririm dercesine!
Anneme yatak komşusu bir subay hanımının kundaklanmış kız
çocuğunu almış kucağına. Buyrun beyefendi, nurtopu gibi bir
kızınız oldu, Allah bağışlasın demiş babama. Babam kızgın ve
öfkeli "istemem, sizin olsun, ben oğlan isterim"
deyince, hekim bey ver bahşişimi oğlana dönüştüreyim onu
demiş. Neyse kapmış rahmetli pederimden bahşişi ve hekim bey
getirmiş bendenizi. Bırakmış babamın güçlü kollarına. Bu
hikayeyi rahmetliden birkaç kez dinledim. Bir seferinde "sen
zaten doğumundan beri masraflısın" demişti, hiç unutmam…
***
Hoş bir tesadüf eseri olmalı ki, babam da 1 Nisan 1926
doğumlu. 1 Nisan 1926 T.B.M.M'de "Zafer Bayramı Kanunu" ile
30 Ağustos gününün bayram olarak kabul edildiği gün.
***
XX. yüzyılın ilk yarısı, yani babamın delikanlılık dönemi,
kan ve gözyaşı dolu. Dünya sıcak ve soğuk savaş sarmalında.
Avrupa, 1.Dünya savaşı akabinde gelişen ekonomik bunalımdan
beslenen, her yanını bir örümcek ağı gibi saran ve her yerde
hüküm süren faşist, ırkçı, saldırgan, despotik,
antidemokratik, baskıcı ideoloji ve rejimlerle yönetiliyor.
Ve bunun mantıkî sonucu olarak iç savaşlar, sömürgecilik,
yayılmacılık diz boyu. Milyonlarca insan ya ölmüş, ya sefil…
***
Sonrasında siyasal (Avrupa Konseyi), ekonomik (CECA) ve
askeri (NATO) örgütlenme başladı. Toparlanmaya geçildi.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ndeki kapitalizm
karşıtı uygulamaların Avrupa işçi sınıfı üzerindeki etkisini
yok etme amacıyla sosyal güvenlik haklarının verilmiş olması
sonucunda Batı Avrupa sosyo-ekonomik bir cazibe merkezine
dönüştü.
***
Batı Avrupa'nın çözümsüz demografik sorunundan kaynaklanan
işgücü ihtiyacı metallürji, madencilik, petro-kimya,
otomotiv ve inşaat sektörlerinde kendisini hissettiriyordu.
Bu duruma istinaden imzalanan göç anlaşmalarıyla Türk işçi
ve köylüsü 1960'lı yıllardan itibaren dünyanın dört köşesine
savruldu. İlk gelen atalarımız az kalıp, çok biriktirip, bir
an önce dönmek niyetindeydiler. Sonunda dönemeyip kalan,
yerleşip kökleşen, yavaş yavaş buralılaşan, kimliğini
yitirmemek için direnen, oralılıkla buralılık arasında gidip
gelen, bir türlü karar veremeyen, bu süreçte anlamlı ve
olumlu yardım alamayan, gönderenlerin unutmaya çalıştığı ve
alıştığı, ırkçılığın hem yasak olduğu hem de giderek
arttığı bu ülkelerde yer edinmeye çalışan savrulmuş insanlar.
Kayıp nesiller. Türkler, Faslılar, Afrikalılar; kısacası
göçmenler, "yeni Belçikalılar"…
***
27 Mayıs 1960 İhtilâli ile devrilen Celâl Bayar köylümdür.
TC Devleti'nin ilk sivil cumhurbaşkanı olan rahmetli 22
Ağustos 1986'da 103 yaşında vefat etti. Köyümüz Umurbey'e
her yıl gelirdi ve biz ilkokul çocukları karşılardık
kendilerini. Bir elini öptüğümde elli kuruş vermişti bana;
çocuklar için hazırladığı bir cep bozuk para içinden.
İlkokul 4. sınıf öğrencisiydim ordu yönetime el koyduğunda.
Yassıada duruşmalarını radyodan dinledik her akşam; Şevket
Rado beyin çıkarttığı haftalık Hayat mecmuasının o döneme
ait tüm sayılarını sakladım anı olarak.
***
Babam 19 Mayıs 1966'da çıktı Avrupa yoluna. Ve geldi
Belçika'ya. Kaçak olarak. Yaş haddinden dolayı. Çünkü 35 yaş
üstündekileri kabul etmiyorlardı. Neyse yolunu buldu, kaldı.
Durumunu düzelttikten sonra, bizi 1967'de aldı yanına. Ben
24 Ekim 1967’de indim Zaventem havalimanına. Kiracının
alt-kiracısı olarak sıkışık yaşadık her anlamda. Patates
kızartması, kızarmış pilici, mayonezi, yumurtası, eti,
birası, muzu, çikolatası bol olan bir bolluk ülkesine
gelmiştik sonuçta. Tam delikanlı çağımızda. İşsizlik te
yoktu o zamanlar. Ebeveynlerimiz ezilseler de bize
hissettirmezlerdi. Tam istihdam vardı ve sendikalar güçlüydü.
Dolayısıyla ırkçılık yapmaya henüz gerek duymuyordu,
yabancılar sayesinde beylik taslayan yerliler. İnsanlar daha
güler yüzlü, daha sevecen, daha cana yakındılar. Şimdi durum
tersine döndü. Sebep-sonuç ilişkisi aşikar. Pasta küçüldükçe
kavga büyüyor!
Globalleşiyor dünya...
***
Daha sonra 12 Mart 1971 muhtırası verildi, yani yine askeri
darbe daha yapıldı. Ezilen ve üzülen yığınlar. "Komünist"
avına çıkıldı ve gençleri asıldı büyük prensipler adına.
İntikam alındı masum insanlardan. Sataşmalar, kamplaşmalar,
çatışmalar, provokasyonlar dönemi başladı. Bölünen gençler,
memurlar, kurtarılmış bölgeler, yakılan insanlar, işkenceler,
fişlemeler, meydanlarda vurulan insanlar, hapse atılan
yazarlar çizerler… “Başlamadan biten rüyalar...” şairin
dediği gibi. Binbir türlü yöntem denendi. Ama bir türlü
gelişmedi demokrasimiz. Güdük işbirlikçi sermayenin
ihtiyaçlarına uygun olarak kurgulanan hükûmetler peşpeşe
geldiler ve gittiler. Ve hâlâ benim
dönemim başarılıydı diyebilen politikacılar var! Ve
umutları elinden alınmış halkımız ve dünya insanları çaresiz.
***
Terör belası, "sağ-sol" çatışması, günde ortalama 25 kişinin
ölmesi, aydınların katledilmesi, faillerinin ise her ne
hikmetse hiçbir zaman bulunamaması derken gelen 12 Eylül
1980 darbesi. Bence bu darbenin yegâne olumlu yanı Sanat
Tarihine geçecek büyüklükte bir “ressam” ile tanışmamızı
sağlamış olması!
***
Ve 1983'ten itibaren tedricen paranın tek değer olarak
algılandığı bireyci, nemelazımcı, adamsendeci, köşedönmeci
zihniyetin egemen ve iktidar olmasını görüyoruz. Gelenin
gideni arattığı, denize düşenin yılana sarıldığı, bir de
bunları deneyelim bakalım dedirten kaderciliğin yaşandığı
günler. Plânsız, programsız, amaçsız, ufuksuz, günübirlik,
borç alarak borç faizi ödeme ilkesine bağlı, IMF reçeteli
kalkınma stratejisi. Kusura bakmayın ama benim kafam
basmıyor. Dinozor muyum, marjinal miyim, ulusalcı mıyım,
Jakoben miyim neyim anlayamadım bir türlü. Yok canım belki
de IQ'um düşüktür, kim bilir? Olsun varsın, isterlerse
millliyetçi, isterlerse ulusalcı veyahut Atatürkçü-Kemalist
desinler (ki benim için onurdur). Türkiye benim anavatanım,
Belçika ise ikinci vatanım. Doğduğum yer değil, doyduğum yer.
Yavaş yavaş anlamaya çalıştığım, anladıkça yaklaştığım,
yaklaştıkça kaynaştığım, kaynaştıkça sevmeye başladığım
küçük sevimli ülke!
***
Sonra 1989'da Berlin Duvarının yıkılışı. Sovyet sisteminin
çöküşü, Varşova Paktının dağılması, dünyanın tek kutuplu
hale gelmesi, İkiz Kuleler olayı, İslâm'ın tehlike olarak
tanıtılarak onu ılımlılaştırma girişimlerinin başlatılması,
yani emperyalizmle barışık hale getirilmek istenmesi… Bütün
bunları her biriniz, benim gibi, günü gününe TV
ekranlarından canlı olarak izliyorsunuz elbette.
***
İnternet Haber yazarı Merve AYSAN "Kıyının bir ucundan
ötekine koşarken geride kalanlara, yanımızdan geçip giderken
gözümüze çarpanlara bakmıyoruz bile çoğunlukla, sonra belli
bir yaşa gelince mutluluğu bulma telaşına düşüyoruz… Aslında
farkında değiliz ama nereye gidersek gidelim, kaç yaşında
olursak olalım, yaşadığımız herşey bizimle geliyor… Ama
yalanlar olmasa yaşayabilir miydik, herşey çok acıtmaz mıydı?
Aslında yaşamdan ne kadar çok şey beklerseniz o kadar hayal
kırıklığı buluyorsunuz, tıpkı şairin dediği gibi sahiden de
basit yaşamalı basit… Çünkü, hayat basit ama karmaşık hale
getiren bizleriz…"
***
Ekonomi "Sınırlı imkânlarla, sınırsız ihtiyaçlara çözüm
bulma sanatıdır" tanımını çok anlamlı bulurum. Mutluluğu
başkalarını taklit etmekte arayanlar, maddi tüketim
sarmalında tükenip gidiyorlar. Mutluluk rolü oynayarak,
mutlu görünmeye çalışarak. Mutluluk tabii ki her insanın
hakkı. Ve maddi, manevi, cinsel, sanatsal, bütün güzellikler
insanlar için. Mutsuzluklardan olabildiğince uzak kalmanın
ve sağlıklı yaşamanın formülü bence şu : Samimi olmak ve
yeter diyebilmek.
***
Evet bugün benim doğum günüm. Yaş 58! Yolun yaklaşık üçte
ikisi eder. Kalan üçte bir de bana yeter de artar bile. Son
nefes ilahi takdire bağlı sonuçta ve boynumuz kıldan ince bu
mevzuda. Ölümü düşünmek yaşamaya engel olmamalı! Ölümlü
olduğumuzu bilelim, ama ölmeyecek gibi yaşayalım!
***
Mutluluk çizgisel değildir. Hep mutlu olunmaz ve sürekli
mutlu kalınmaz. Ve ben hepinizin mutlu anlarınızın
olabildiğince artmasını diliyorum. N'olur yaşamanın hakkını
verelim. Dünyayı yaşanılır kılalım, dünyaya geldiğimize
değsin.
***
Sermayem samimiyet.
Seviyorum ve seviliyorum çok şukür.
Sevdiklerimle beraberim.
Sağlığım yerinde.
Daha ne olsun?
01 Nisan 2008
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
Doğum
günümde yaşamımdan kesitler
Güvenoyu
mu, mayınlı tarla mı
Tarihte
bugün...
Kaptan
Pilot Yves'in Ulusa Seslenişi
Irkçılık
umutsuzluktan besleniyor...
İnanc
düşmanı özgürlük havarisi
Seyir
devleti ve Sarkozy
Rehberlik
nedir, ne değildir
Yoğurt
tuttu mu, tutmadı mı, yakında görülecek…
Danke
Şön Dazlak
Brüksel’de
durum ne?
Medya
diktatörlüğü, gönül körlüğü
Sisli
havada siyaset
Kurban
Bayramı Arifesinde Bazı Görüşler!
07
Aralık dört iyi insanımızın öldüğü kötü bir gün…
Belçikalılaştıramadıklarımızdanmısınız?
İstanbul’a
gay belediye baskanı mı? Vay anasını…
Ah
Belçika, vah Belçika
Bayram
geldi neyime!
Bugün
19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı (mı)?
SARKOZY
VE SEÇİMLERE BİR AY KALA
BELÇİKA'DAKİ DURUMUMUZ...
Gerçek
tek, yorumlar farklı...
Kem
küm, lam lum!
MERİNOS
KOYUNU MU, GLOBAL SERMAYENİN OYUNU MU?
BRÜKSEL'E
KAR YAĞDI, GÖNLÜM ÜŞÜDÜ…
Yılbaşı
bahane, dostluk şahane
Yılbaşı
gecesi yaklaşırken
Küresel
Sessizlik
İmkansızı
olanaklı hale getiren devlet adamı: Bülent Ecevit
Korku
Bahçesinde Sevgi Yeşermez
Bugün
23 Nisan
Tarihte
ve gelecekte kadının yeri
Mösyö
Sarkozy kimdir?
Esti
Nesim'i Bahar, Ya da Nevruz Ateşi
Darbede
Doğan Deniz
Kısır
Döngü veya Kuyruğunu Isıran Yılan
Edison
lambaya püf dedi!
Her
şeye gülünür mü?
Mozart
Bugün 250 Yaşında
UĞUR’suz
bir günün düşündürdükleri!..
Kurban
Bayramı Arifesinde Bazı Görüşler
Epifani
Yortusu ve Kral Galetası
Düşünüyorum,
Öyleyse Varım
(Descartes)
Yılbaşı
Gecesi Yaklaşırken
Ankara-Brüksel
Diyaloğu...
BREL
en büyük Belçikalı seçildi
Çağdaş
Uygarlık
Yolları
Mayın
Döşeli
Adile
Naşit: Vazgeçilmez ve bir daha gelmez…
İntihar
Komondosu Belçikalı
Meryem
Dil
ve Aşağılık Duygusu
ÖEK
Üçlüsüne Ne Oldu?
Bayram
Geldi Neyime
Ramazan
Bayramınızı candan kutlarım!...
Ah
Mutluluk Ah!..
Değişim,
Gelişim ve İlerleme
Sınıftan Atılan "İnkarcı"...
Avrupa,
Avrupa, Duy Sesimizi...
La
Brabançonne ve İstiklâl Marşı
Darbelerle
Dolu 55 Yıl
Tükenen
Ömürler
Gurbetten
Gelmişim...
Lahey'de
Kısa Bir Günden İzlenimler
1950’den
Mektup Var…
Nereden
geldik, nereye gidiyoruz?
Tutarlılığa
Davet
Köprünün
altından daha çok sular akacak
SAYFA
BASI
|