GURBETTE
VATAN SEVGİSİ
DENİZLİ’DEN
PARİS’E GELDİM
Ben
1972 yılında Denizli’den Fransa’ya geldim. Paris
bölgesinde terzi olarak iş hayatına başladım.
Milletimizin milli sembolü olan «Bozkurt rozetini» o günlerden
bugüne kadar yakamdan hiç indirmedim. Çağdaş Türk
milliyetçisiyim.
ZORLUKLAR :
1974… Dilini, kültürünü
bilmediğimiz ve tanımadığımız
bir ülkede zorluklarla hayat mücadelesi vermeye başladığımız
bir yıl… Gurbet bizi hasret, özlem ve vatan üçgeni içerisinde
etkilediği bu anlarda çeşitli vilayetlerden
insanlarımızla kahvehane köşelerinde geleceğimiz
için toplantılar yapmaya koyulduk... Memleketimizin ezan
sesleri, çeşmeleri ve insanları düşlerimizde
şekillenirken biz hiç boş durmadık. 1976 yılında
kendi varlığımızı, inancımızı,
kültürümüzü koruma ve yaşatma duyarlılığı
içerisinde Paris’te dernekçilik faaliyetlerine başladık…
DEVLETİMİZ
BİZDEN ÇOK UZAKTA İDİ
O
zamanlar aylıklarını ve masraflarını
ödeyerek getirttiğimiz din görevlilerinden ve geçici
de olsa öğretmenlerden bu derneklerimizde vatandaşlarımıza
hizmetler sunduk. Devletimizin bizlere hiç bir katkısı
olmadı. Aksine o zamanlar « İstihbarat
Birimleriyle » aramıza
nifak sokularak bölünmemiz ve parçalanmamız istendi.
Yarınlarımız, geleceğimiz ve çocuklarımız
üzerinde olumsuz etki yapan dış oyunların iç
etkileri bizleri iyice parçaladı. Sorumsuz bir nesil,
parçalanan aile yapısı, sahip çıkılmayan
bir topluluk görüntüsü yalnış politikalar sonucu
ortaya çıktı.
BİZİ
AŞAN SORUNLAR
Devletimizi
temsil eden Büyükelçilerimizin, Başkonsoloslarımızın
bütün tahribatlar ve ilgisizlikler sonucu suç işleyen
vatandaşlarımızla ilgilendiklerini hiç duymadık.
Genelde vatandaşlarımızın dertleriyle
dertlenen bir millet sevdalısına hiç rastlamadık!Ama
onların şaşalı yaşgünleri kutlamaları
yaptıklarını duyduk. Özel günlere içki içenler
davet edildi. Bu özel günlere, örneğin Cumhuriyet
Bayramları kutlamalarına herhangi bir gariban
Anadolu işçisi hiç bir zaman davet edilmedi.
Bir zamanlar Konsolosluklarımıza bir iş için
gittiğimiz de daha kapıdan içeriye girmeden önce
yakamızda taşıdığımız
milletimizin milli sembolü olan
«Bozkurt rozetini» çıkarmamızı isteyen bir görüş hakimdi.
Biz döviz makinasıyız. Pasaport almak veya süresini
uzattırmak için, ya da askerlik veya evlilik işlemleri
için Konsolosluğa gittiğimiz de önce uzun bir
kuyruğa gireriz… Sonra kadın- erkek, çoluk-çocuk
demeden bir küçük seleye teker teker ceplerimizi boşaltırız.
Üstümüz iyice aranır. Törenle, bir ayıpla karşılanarak
içeri gireriz. Kendi ülkemizin insanlarınca Potansiyel
bir suçlu olarak algılanıp güvenlik nedeniyle bize
reva görülen bu işlemler ilgilileri rahatlatır ve
derin soluk aldırır. Aynı bölgedeki diğer
ülkelerin temsilciliklerine bakarak aradaki farkı
isterseniz siz ortaya koyun. Biz asil bir milletiz.
DEVLETİMİZCE
MİLLİ BİR POLİTİKA TAKİP EDİLMEDİĞİ
İÇİN GURBETE GÖNDERİLEN VATANDAŞLARIMIZ
BOŞLUKTAYDI
İlk anlarda bir
çoğumuz bekârdı. Gençlik bir yana bulunduğumuz
ülkede kontrolsüz ve tehlikeli bir gidişin eşiğinde
bulunanlar oldukça fazlaydı. Bunlardan bir çoğunun
milliyetçilik ve ülkücülük gibi kavramlardan hiç
haberlerinin olmadığını da biz
farkediyorduk. Güzel duygular, yardımlaşma ve dayanışma
olgularıyla daha önce hiç alışık olmayan
vatandaşlarımıza derneğimiz bir cazibe
merkezi haline geldi. Dostluk ve kardeşlik köprüleri
kuruldu. Kaynaşma arttı. Kültür ve eğitim
faaliyetlerimiz yaygınlaştı.
İşçi otellerindeki vatandaşlarımızı,
hastanelerdeki insanlarımızı ziyaret ederek onların gönüllerini
aldık. Ölen insanlarımızın cenazelerini
ülkemizdeki ailelerinin bulunduğu yerlere kadar
götürerek teslim ettik. Aramızda topladığımız
paralarla destek olmaya çalıştık.
Bütün bu faaliyetler temelinde inanç ve vatan
sevgisi olduğu için kök saldı ve etkili de oldu.
Zaten biz gayretlerimizin ilk başında ALLAH
(C.C.) rızası için yapılan her
bir hizmetin boşa gitmeyeceğini de biliyorduk. Ciddi
bir kararlılıkla, yürekten bir samimiyetle, büyük
bir sabırla bu yönde kesintisiz, her türlü
olumsuzluklara rağmen çalışmalarımızı
bugüne kadar sürdürdük... Sürdüreceğiz.
AVRUPA
SEVDASI
Ülkemizdeki
gelişmeler ise istemediğimiz boyutlara ulaştı.
Milletimizin hayali vaadlerle bir yerlere sürüklenmeye çalışıldığını
görüyoruz. Avrupa birliği kendisine bağlı ülkelerin
vatandaşları tarafından henüz kabul görmediği
ve hatta içten içe parçalanmaya doğru gittiği
halde bizde ise akıl almaz tavizlerle bu birliğe
girme mücadelesi veriliyor. Euro ortak para birimine geçildikten
sonra Avrupa ülkelerinde temel ihtiyaç ürünleri önceki
fiyatlara göre yaklaşık 6 katına ulaşan
artışlara sebep oldu. Halbuki ücretlerdeki artış
4 yıl içerisinde %6’nın üstüne çıkamadı.
Petrol artışları, savaş krizleri, Avrupa
topluluğu ülkelerindeki bir kaç zenginin işine yarıyor...
Kapitalist ülkelerin savaş sanayilerine
yaptıkları yatırım ise artırılarak
genişliyor. Suçların çeşitlendirilmesine yönelik
suçlu üreten sistemler ise iyice geliştikçe gelişiyor.
Biz henüz ortada hiç bir şey yokken bugün dahi farklı
etkilerin altında bulunan bir Türkiye’yi görüyoruz.
Türk toplumu yeraltı zenginliklerini dahi değerlendiremeyen
dışa bağımlı yöneticelerle idare
edilip yönetiliyor. Yani kendi vatandaşlarının
ekonomik seviyelerini yükselterek bu topluluğa girme
yerine geleceğe sıkıntılar taşımaya
çalışan bir yönetim
Avrupa insanlarına aşağılanan bir Türkiye
görüntüsü oluşturduğunun da farkında değil.
İktidarda bulunanların kendilerine bilimsel ve idari
açıdan destek olması gereken üniversite camiasına
karşı savaş halinde olması da genel
politikalardaki Türkiye manzarasını anlatmaya
yeterli oluyor.
Paris – 24.10.2005
SAYFA
BAŞI
Yazarın
diğer
yazıları:
Gurbette
Vatan Sevgisi
SAYFA
BASI
|