O
yağmurlar
Sokakların
hayasız yüzüne vuran bu rüzgarlar, sert esmeye başladı
gayri... Onlar bizim rüzgarlarımızdı... Kadıköy
vapurunda, saçlarımızı okşuyorlardı...
Havalar böyle değildi o zamanlar.. insanlar da bu kadar
gamsız... Deniz laciverte çalıyor artık...
Oysa herşey maviydi.. gök.. deniz.. ve bizim denizler ötesine
hüküm giymiş çalıntı hayallerimiz...
İkimizin de sevdasıydı, ıslanırdı
düşlerimiz... Yüzümüze vururdu.. Alır götürürdü
bizi hayal çöllerine.. bir garib güz mevsiminden kalmaydı
o yağmurlar...
Orhan Abi, herkese bir teselli verirdi o zamanlar... İbo’nun
tek dileğiydi mutlu olmamız... Türkiye Radyo
Televizyon Kurumu, daha TRT1 bile olmamıştı...
Siyah beyazdı henüz televizyonlarımız... Magic
Box henüz doğmamıştı ve Ferdi Tayfur
televizyonlarda izlenemiyordu... Maçları hep Halit Kıvanç
sunardı... Milli Takım çoğunlukla yenilirdi...
Eurovizyonlarda hep sonuncu olurduk... Ve bizler bütün
bunların ortasında iki çocuk yüzüydük...Şiirler
karalardık, çocuksu hislerin duruluğunda... Yazdık..
çizdik.. Her kafiyenin dostu.. hepsinin ilhamı oldu o yağmurlar...
Sevdalarımızın zülüfleri, güzellik katardı
bahara... İlk aşklarımız bir başkaydı...
Okul bahçelerinde birbirimize anlatırdık... Oysa
ikimiz de kaybedecektik... Yağmurlu bir gündü...
Soğuk bir hastane odası aldı götürdü Ayşe’yi...
Kara gözlü Ayşe Kızı, dualarla yudu o yağmurlar...
Yıllar geçti...
Beyoğlu da ıslanırdı... O zamanlar Jonny
Walker’e dili dönmeyen garsonlar çalışırdı
meyhanelerde... Hepsi varoşların oğullarıydı...
Viski kokulu sokaklarda, birahanelerde, gazinolarda,
konsomatrisler hayattan üç kuruşluk sahte mutluluklar
çalarlardı... Ve bir köprü altında, köpek öldüren
şarabı ile yıkardı sarhoşlar, yağmurun
ıslatmadığı ne kadar dert varsa... Sokak
çocukları, yağmurun armağanı bu toprak
kokusuyla öksüzlüğü, yetimliği çekerlerdi...
Herkese, ayrı ayrı hayaller getirirdi o yağmurlar...
Bekar evimizde hüzne belenmiş şenlikler yaşardık...
Melemenli kahvaltılar bir başkaydı... Eylül
Edebiyatı’na ait ne varsa okurduk... Tank sesiyle
uyanmayı, demokrasiden korkmayı sevdik... Sonra
Deniz’in, Mahir’in ve Hüseyin’in hikayesini okuduk...
Kurumahmutoğlu’na ağladık... Devrim ve Ülkü
Çiçekleri’ni bir bahçede derlerdik... Ağladılar..
güldüler.. yaşadılar.. öldüler.. Hepsi Anadolu
çocuklarıydı... Ve biliyorduk artık; Anadolu,
Selçuklu olduktan beri evlatları kadar acımasız
ve nankör değildi.. Vefasızlık nedir bilmezdi...
Acıları, yüreğe kazımayı ve giden
her yiğide, ağlamayı öğretti o yağmurlar...
Sonra Anadolu yollarına düştük... Geceleri gündüzlere
ilmikleyip, yaşadık öyle... Erzurum Ovası’nda,
Ilıca yolunda, türküler söylerdik.. saçlarımız
ve yüreğimiz sırılsıklam oluncaya dek...
Ağrı dağı hep yüksekti ve biz ona nisbet
öylesine küçük... Dumanlı başında, sevda ağıtları...
Baktıkça ülkemizle gurur duyardık... Ağrı
Dağı’na sahip olmak başkaydı.. çekik gözlü
toprakların sevgilisiydi Ağrı.. ve
kartal yuvası hayallerimizin otağı...
Bir hüzünlü rüzgarla selamlayarak gelirdi Ağrı’ya..
doruğundan eteğine yıkardı o yağmurlar...
Kurşunlanırdı, Cizre geceleri... Kurşun sıkılırdı
polislerin gözlerine... Eskiden böyle namertlik yoktu...
Kolay değildi böyle adam vurmak... Yürek isterdi...
Faili meçhul aşklar, bir zamanlar, Batman’ın
huysuz güzelliğinde bir bendi oysa...
Otobüsler durdurulurdu Sansar Deresi’nde ve bir Anadolu
evladı, diğerini öldürürdü... Soğuktu
geceler... Sessizdi... Çiğ düşerdi, soğuk
bedenlere...
Dökülen kanları, ağlayarak yıkardı o yağmurlar...
O yağmurlar bir başkaydı...
İkimizin de sevdasıydı...
Zamansız ve bir duldasızlıkta bırakıp
bizi, sessizce gitti o yağmurlar...
SAYFA
BASI
Yazarın
diğer
yazıları:
O
yağmurlar
Sensizliğe
Artık
anlasana...
Git
uzaklara...
Gözlerimde
ölür akşamlar...
İş
dünyasında savaş stratejileri
Artakalanlar
Ayrılık
düğündür aslında
Bu
şehir, varoşlarında gizlerdi seni...
Memleket
Gülüm
Gelirim
ben sana
Mavi
levhalı sokak
SAYFA
BASI
|