Almanya
treni kalkıyor
Göç
Kanunu ve terör
Eğitim
mi dediniz, o da ne?
İzin
ve zorla evlilikler
Yok
saydığımız kadın sığınma
evleri
Sanal
dostları tanımak
Karelerin tamamladığı resim
Almanya treni kalkıyor
Almanya´ya işgücü göçünün başlamasının
üstünden tam 40 yıl geçti. 40
yıl, dile kolay. Acı - tatlı, iyi - kötü
nice aylar, yıllar yaşandı bu göç sürecinde.
Bazan itildik bazan resmen kovulduk. Bazan da
uykudalarda yakıldık. Bir türlü, ne oralı ne de buralı olabildik. Bu
yazımızda, göç sürecinin sosyopsikolojik
yönünü çok güzel bir şekilde ifade eden aşağıdaki
şiire yer veriyoruz. Şebnem Kısaparmnak´ın
harika bir şekilde yorumladığı bu
şiirde, sizlerde göç sürecinde yaşadıklarınızdan
parçalar bulacaksınız...
Ben küçükken dümüşüz gurbetin yollarına,
Sene
1973, hayal meyal aklımda.
Kardeşim Ali yeni doğmuştu,
Minicik bir bebekti kundakta.
Ve ağlayışları
ve ağlayışları,
Sanki isyandı gurbet ocağına.
Babam bizden önce gitmiş Almanya´ya
İki sene sonra bizi de aldırdı yanına.
“Gözüm arkada kalmasın, etrafımda olsun
çocuklar” dermiş anama.
Mercedes´te işçiydi babam.
Yüreği, bileği kuvvetli, delikanlı bir
adam,
Benim gibi O´da severdi hayal kurmayı.
Kendinden büyüktü belki umutları,
Söz vermişti hepimize,
Kitabın üzerine yemin etmişti,
Alacaktı kırmızı Mercedes.
“Kız gibi araba” derdi babam.
Önce gıcır gıcır yıkayacaksın,
Sonra bi de pasta cila çekeceksin,
Atıcaksın çocukları arkaya,
Koyucaksın Ferdi´nin son kasetini,
Eee, tabi biraz da açıcaksın teybin sesini,
Sonra, sonra ver elini Türkiye´ye.
Zavallı annem, annem hep evdeydi,
Korkardı sokağa çıkmaya.
“Dil bilmem, yol bilmem” der,
Gece gündüz ağlardı.
Babamın iş dönüşleri bayramımız
olurdu,
Daha o gelmeden soframız kurulurdu.
Kokusu hala burnumda,
Buğusu gözümde kaynayan çorbamızın.
“Ahh!”, derdi anam yetmezdi,
Sonra durur derin bir de “Ooff !” çekerdi,
“Köyün tarhanası olacaktı ki Beyyy, köyün
ekmeği”
Her sofrada gözleri dolardı,
Ve hasretle kabaran yüreği.
Birgün hepimize müjde verdi Babam:
“Bu bayram Türkiye´deyiz” dedi.
İçim içime sığmadı.
Sabaha kadar uyuyamadım.
Peki, ya Mercedes?
Hani kırmızı arabayla gidecektik
köye?
Şaşıracaktı herkes.
Katırcıların Yusuf küçük dilini
yutacaktı.
Şapkası uçacaktı muhtar emminin.
“Bizim Kamil bi zenginleşmişki görme!”
diyecekti Salim Ağaya.
Ağa yutkunacak, başını öne eğecekti.
Meraklı Hüsnüye´nin ağzı bir karış
açık kalacaktı,
Çatlıyacaktı hasetinden.
Nazlı bir gelin gibi köyün yollarında
gezerken bizim araba,
Çocuklar, çığlık çığlığa
koşucaktı peşimizden.
“Vaybee, arabaya bak!” diyecekti bi tanesi.
Bütün köy, bütün köy, bizi konuşacaktı.
“Nazara geliriz vallahi” demişti anam,
Kurşun döktürmeli.
Arabasız nasıl gideriz köye?
Annem önce ev istemiş.
Araba her zaman alınırda, ev alınmazmış.
“Ahrette iman, dünyada mekan” derlermiş Türkiye´de
Zavallı babam, her zamanki gibi fedakardı.
Umutlarını ertelemiş, en büyük düşünü
bırakmış zamana.
Annem ilk defa birşey istemişti ondan,
Geri çevirmedi, yere düşürmedi sözünü.
Annem mutlu, babam umutluydu
Alacaktı Mercedes alacaktı...
Amcamın çocuklarına çikilotalar aldı
babam.
Dedeme gözlük, nineme çiçekli pazen.
Muhtar Marlboro ısmarlamış,
Kahvede kayıt oynarken, tüttürürmüş
bazen.
Ne çok istiyorum köyüme kavuşmayı.
Bu kavuşma, bitimi olacak acılarımın.
Yıllarca çektiğim sancıların
keyifli intiharı.
Kimse “Ausländer” demiyecekti bana, kimse
“Yabancı”
Beethoven´in dokuzuncu senfonisini çalmayacaktı
sokaktaki kemancı.
Frau Becker´e, Herr Müller´e inat,
Türküler dinleyecektik doyasıya,
Türküler dinleyecekti, türküler...
Arife günü yollara düştük,
Trendeki herkeste tarifsiz bir heyecan var,
Bense giderek daha da sabırsızlanıyorum,
Geçmiyor dakikalar.
Kim bilir kaçıncı kez saati soruyorum
anneme.
Öfkeli bir ses böldü heyecanımı.
Homurdanak elindeki gazeteyi uzattı yaşlı
bir amca.
“Bu kadar da olmaz!
Yazıktır!
Ayıptır!
Günahtır!” dedi.
Neye kızmıştı acaba?
Gözüm büyük puntolarla yazılmış
habere takıldı.
“Ev fiatları artacak. “Almancılar”
yollarda!
Bir anda gözleri buğulandı babamın,
Yumruğunu sıktı, ağlamadı
sustu.
“Almancı ha, Almancı!” dedi yavaça.
Yüreği kan kustu, sızladı burun direği,
Cız etti içi ve bir anda, bir anda,
Ataşe vermek istedi geçmişi.
Almanya´da “Yabancı”, Türkiye´de “Almancı”
Bir anda yaşlar boşandı gözünden.
Biz kimdik?
Kendi vatanında bile yabancı mıydık
yani...
Ben Alman değilim Amca!
Ben yabancı değilim!
Benim de ciğerim yanıyor,
Ezan sesine hasret yüreğim.
Benim hücrelerim türkü söyler,
Ağıt yakar gözlerim,
Sen görmesende kınalıdır ellerim.
Ve tenim, tenim meleket kokar alabildiğine,
Beni de bozlaklar ağlatır, yakar meleket
şiirleri,
Hüzün beni de soldurur,
Ve bu dert, bu hasret beni iflah etmez öldürür.
Ben Alman değilim, ben Alman değilim Amca!
Ben yabancı değilim!
Vatanıma varır varmaz, önce toprağı
öpeceğim.
e yemin olsun ki, doğduğum topraklarda öleceğim,
doğduğum topraklarda...
Göç
Kanunu ve terör
Amerika Birleşik Devletleri’nde meydana gelen
olayların hemen ardından “terörle mücadele”
paketi hazırlayan
Federal Hükümet´in bu “antiterör” (!?)
paketi, Eyaletler Meclisi’nde süpriz bir hızla
kabul edildi. Buna göre, öncelikle Dernekler Kanunu´nda
değişiklik yapılması ve İslami
yabancı derneklere tanınan dini imtiyazların
ortadan kaldırılarak bunların
yasaklanması hedefleniyor. Yeni Ceza Kanunu´nun
129 b maddesine görede resmi şablona uymayan
herkesin "terörist" olarak damgalanmasına
imkan tanınıyor. Yabancılar Kanunu´ndaki
esneklikler kaldırılarak sertleştiriliyor.
Uzun zamandır tartışılan Göç
Kanunu tasarıları ise yine terörle mücadele
gerekçesiyle liberallik yerine sürek avına kapı
aralayan bir hale
sokuluyor. Yapılan açıklama veya
hedeflenen değişiklikler ile reform girişimlerine
bakıldığında da, Almanya´nın,
göçmenlerle ilgili sertleştirmeler
getirmek ve bunları hayata geçirmek için sanki
bir fırsat kolluyormuş olduğu izlenimi
doğuyor. Fırsat bu fırsat diyen
politikacılar, göçmenlerin zaten iyi olmayan
sosyal, hukuki durumlarını elbirliğiyle
hepten kötüleştirmeye koyuldular bile.
Sosyal
Demokrat Parti SPD´li Federal İçişleri
Bakanı Otto Schily’nin Göç Kanunu taslağı,
göçmen ve mültecilerin haklarını
gasbedecek. Tasarının bu şekilde
kanunlaşması için anamuhalefet Hıristiyan
Birlkik Partileri (CDU-CSU) devamlı bastırıyor.
Koalisyon ortağı Yeşiller ise, tasarının
bu şekilde kanunlaşmasına şimdilik
karşı çıkıyorlar.
Tasarının
bu haliyle kanunlaşması durumunda, oturma
hakkı almak, sözlü- yazılı imtihana
birde vatandaşlık bilgisi konuları
ilave edilerek zorlaştırılıyor.
İşsiz göçmenler, yıllardır bu ülkede
yaşıyor olmalarına rağmen, işsizlikleri
gerekçe gösterilerek bu haktan mahrum bırakılma
tehlikesiyle karşı karşıya. Vize
şartları daha da zorlaştırılacak.
Aile birleşiminde çocukların getirilme yaşının
düşürülmesi uluslararası ortaklık
normalarıyla, Avrupa Birliği üye ülkelerinin
ortaklık anlaşmasıyla çelişki oluşturmasına
rağmen hayata geçirilmek isteniyor. Uyum konusu
ise yasak savma kabilinden
yalnızca uyum kurslarıyla
hallediliyormuş gibi yapılıyor. Hangi
sebeple olursa olsun mülteci durumuna düşmüş
olanlara, dünya çapındaki standartların çok
gerisine düşmek pahasına zorluklar
getiriliyor. Anamuhalefetle anlaşılarak her
tarafı budanıp çıkarılıp
sonra da “reform” diye pazarlanan Vatandaşlık
Kanunu gibi Göç Kanunu da, göçmenler açısından
hiç de hoş olmayan sonuçlar doğuracak.
Bakan Schily’nin
Göç Kanunu tasarısı, burada doğmuş,
büyümüş, yani artık yerli olmuş
insanlara daha da zor bir hayat sunacak kanundan başka
birşey değildir. Ve bütün bunlar
uluslararası kararlar, insani değerler hiçe
sayılarak yapılmakta. Almanya bu konuda
sosyal, hukuk devleti olma özelliğini “terör”
bahanesiyle biran için unutmaktadır.
Herkesin
diline pelesenk ettiği “uyum”un yalnızca
dil ucuyla gündeme getirilmesi bile
zaten kör topal yürüyen bu çalışmaları
çok gerilere götürecektir. Sosyal demokratlar
şaşirtan bir şekilde şimdi de, parçalı
Göç Kanunu´nu diye yeni bir teklif ortaya attılar.
Federal İçişleri Bakanı Otto Schily,
anamuhalefet ve kendi koalisyon ortağıyla
tasarı üzerinde tam anlaşamayınca Göç
Kanunu´nu parçalara ayırarak parlamentoya
getirme niyetinde. Bu manevralarını ise,
yine ABD'de meydana gelen faciayı ileri sürerek,
güvenlik
konusuyla gerekçelendiriyor. Schily´nin yeni
taktiğine göre, tasarı kısımlara
ayrılarak oylanacak. Yani, Yeşiller'in karşı
çıktığı bölümler CDU-CSU´nun
oylarıyla, CDU-CSU`nun karşı çıktığı
bölümler de Yeşiller'in desteğiyle kanunlaşacak.
Yerleşik
hale gelen eskilerinin daha sağlam zemine
basmalarına imkanlar hazırlanması
gerekirken, yeni gelenlerin de sosyal ve hukuki alanda
durumlarının daha da düzeltilmesi elzemken,
uyumun, ”Olmazsa
olmaz” şartı; ortak hayatın güçlendirilmesi
atlanıp hayata geçiril(e)memesi çok garip.
İç güvenlik tartışmasına Göç
Kanunu´nu karıştıran
her kim olursa olsun, yabancı düşmanı
peşin hükümlerin artmasına sebep oluyor.
Elbette, ABD´de yaşanan facianın gerçek
sorumluları mutlaka bulunup hesap vermelidirler.
İç güvenliği ileri sürüp, Yabancılar
Kanunu´nun sertleştirilmesiyle, Göç Kanunu
tasarısının antihümanist ve
antiliberalist bir hale sokulmasıyla iç güvenliğin
sağlanamayacağını hukukçu olan
Federal İçişleri Bakanı Otto Schily
herkesten iyi bilir. Sapla saman karıştırıldığında
son günlerde olduğu gibi, panik havası
meydana getirilir, düşe kalka giden ortak hayat
altüst edilir, son günlerde yapılan
kontrollerde yaşananlar gibi her Müslüman
“terörist” olarak görülmeye başlanır.
Bunların önüne geçmek ise ilk önce politikacıların
görevidir. Gerginlikleri azaltma yerine artıracak
her girişim ve değişikliğin altında
art niyetten başka birşey olamaz.
Gerginliklerin ise ırkçılardan başka
kimsenin işine yaramayacağını söylemeye
bile gerek yoktur. Bu konuda bizim tarafa düşende;
aklı başında olan, anayasaya bağlı
tüm kurum ve kişiler olarak mevcut tasarıyı
reddedip, düzeltme tekliflerimizi her ama her
platformda ortaya koyup, kamuoyu oluşturmaktır.
Herşey olup bittikten sonra bilhassa haksızlıklarla
karşılaştığımızda Türk
gazetelerinde çıkaracağımız anlık
süslü gürültülerin ne kendimize nede başkasına
faydası olmayacaktır....
SAYFA
BASI
Eğitim
mi dediniz, o da ne?
Yeni
bir ders yılı daha başladı. Yedi
yaşına basanlar okullu olurken, büyük abi
ve ablalarıda yeni sınıf veya okullarında
gelecek yaza kadarki koşuşturmada yerlerini
aldılar. Her başlangıcın
beraberinde yeni bir heyecan getirdiğini de
biliriz. Bu heyecan, yenilikle olan alaka ve ilgimizin
yoğunluğuyla doğru orantılıdır.
Sayıları çok azda olsa çocuklarının
eğitimleriyle olması gibi ilgilenen insanlarımızda
yok değildir. Fakat genelde „geleceğimizin
teminatı“ dediğimiz çocuklarımızın
eğitim ve öğretimleriy gerektiği gibi
ilgilendiğimizi söyleyemeyiz. Bu sonuca nereden
geldiğimiz ise, genç kuşakların eğitimdeki
yerleri ve oranlarına bakıldığında
net bir şekilde görülecektir. En fazla göçmeni
sınırları içinde barındıran
Kuzey Ren Westfalya eyaletindeki Türk asıllıların
toplam nüfusuyla onların çocuklarının
okullardaki sayılarına baktığımızda,
eğitimle olan ilgi(sizliği)mizi açık
bir şekilde ortaya çıkacaktır. Sizlere,
bazı toplantılarda yaptığımız
şukadarı şurada, bu kadarı da
burada gibi rakamlarla uğraştırmak
niyetinde değiliz.
Çocukların
eğitimleriyle sistemli bir şekilde ilgilenen
ve onlara içinde yaıkları toplumda iyi bir
gelecek ve yer edindirmek için uğraşanlar
elbette yok değil. Fakat bunların istisna
olduğunu söylemek durumundayız. Hoşumuza
gitmesede, Almanya Türkleri´nin genç okullu kuşakları,
bilhassa eğitimde kendi kaderleriyle baş başa
bırakılmış vaziyetteler. Zaman
zaman elde edilen çok istisnai başarıların
gazete veya bilmem nerelerde övüle övüle
bitirilememesi, bu tür başarıların
eksikliğinin hissedildiğini ortaya koyuyor
zaten. Bizim çocuklarımızın Alman
akranlarından hiçbir eksiklikleri olmamasına
rağmen eğitimde çok önemli etkisi olan
ailelerinin desteklerini tam olarak yanlarında görememeleri,
onları başarısız demeyelim de
olmaları gereken yere ulaşmalarını
engelliyor. „Almanlar şunu yapıyor, öğretmenler
bunu yapıyor“ demenin topu taca atmak olduğunu
da belirtmek zorundayız. Peşin hüküm ve
yabancı asıllı olmaktan kaynaklanan bazı
haksızlıklar da yaşanmıyor değil.
Alman tarafıda göçmen çocuklarının eğitimleriyle
ilgili yeniden düşünmek zorundadır. Göçmen
çocuklarının maruz bırakıldığı
farklı uygulamaların, haksızlıkların
hiçbir gerekçesi olamaz. Bizlerde butür hoş
olmayan gelişmelerin ardına sığınarak,
sorumluluktan kurtulamayız.
2001-2002
ders yılının başlamasıyla
okullarda veli toplantılarıda birer ikişer
yapılmaya başlandı. Eğitimin
veriliş şekli, okutulacak konuların
belirlenmesi yani kısaca, eğitime doğrudan
müdahele edilebilen sınıf ve okul veli
temsilcilikleri seçiliyor. Butür toplantılara
bilhassa Türk asıllıların katılma
oranı nedir? Buralara katılıp, çocukların
eğitimine doğrudan katkıda bulunmaya kaçımız
hazırız? Çoçuğumuzun sınıf
öğretmenin veya okul müdürünün adı
neydi? Okulda Türkçe derslerine bakan Türk öğretmen
kim? vs. vs. Soruları çoğaltmak mümkün.
Almanya´da
yaşanan en önemli tartışmalardan biri
olan „Göç Kanunu“ ile ilgili gelişmelere
bakılırsa, çocuklarımızın eğitim
konusu yeni yeni boyutlar kazanarak devam edecek.
Almanya ve Türkiye’deki siyasi, iktisadi ve içtimai
gelişmelere ve bu gelişmelerin bize yansımasını
gözönüne alırsak, çocuklarımızın
„eğitimi“nde duruşumuzu detaylı
olarak gözden geçirmek durumunda olduğumuzu göreceğiz.
Bunu yapmadığımız sürece faydasız
ağlamalarımız, sızlamalarımız
devam edip gidecektir. Çocuklarımızın
eğitimdeki sıkıntıların aşılmasının
temel şartı, bunu ilgi alanlarımızın
içine almak ve sorumluluğumuzu yeniden idrak
edip gereğini yapmaktır. Gerisi laf.
Problemleri ve çözüm yollarını
devletten, şu veya bundan beklemenin saflık
olduğunu tecrübelerimiz bize gösteriyor olmalı.
Hem çözüm beklediklerimizin (!?) bizim
problemlerimizle ilgilenmeye, sahip çıkmaya
ciddi niyetleri olmadığı gibi kendi
problemlerinden bizimkilere sırada gelmeyecektir.
İğneyi
önce kendimize sonrada çuvaldızı karşımızdakine
batıralım. Almanya´nın kahrını
çocuklarımızın iyi bir gecelek
kazanmaları için çektiğimiz laflarını
bir kenara bırakıp, onların eğitim
ve öğretimlerine, taraftarı olduğumuz
futbol takımıyla ilgili yaptığımız
saaatlerce süren tartışmalar, sempatizanı
veya tabanı olduğumuz partiyle, grupla,
cemaatle ilgili kurtuluş reçeteleri sunduğumuz
masabaşı sohbetler, bindiğimiz arabanın
veya son model ceptelefonumuzun özelliklerini ağzımızı
doldura doldura anlattığımız
mavralarımız veyahutta memleketteki hanlarımız
hamamlarımızı eşe dosta anlattığımız,
bilmem nereye yatırdığımız
paranın getirdiği veya götürdüğüne
ayırdığımız zamanların yüzde
onunu bile ayırmıyor, ayıramıyorsak,
veli olarak sorumluluklarımızı ne kadar
yerine getirdiğimizi gözden geçirmek
mecburiyetindeyiz. Kısacası; çocuklarımızın
yetişmesine ne kadar ilgi(sizlik) gösterirsek o
kadar eğitim(sizlik) oluyor. Acıda olsa gerçek
bu. Yoksa, yanılıyor muyuz!
SAYFA
BASI
İzin ve zorla
evlilikler
Bütün planların
üzerine yapıldığı bir izin
zamanı daha geldi. Çocuklarımız ise,
okul tatiline girmek üzereler. Notları iyi
olupta sınıfı geçenler büyük çoğunlukta
olmasına rağmen
başarısızlıklarından
dolayı sınıfta kalan çocuklarımızda
elbette var. Gelinen sınıfta kalmayı
değiştirmek mümkün olmadığına
göre, bundan sonraki okul hayatında, daha fazla
çalışıp sınıfta kalmamak
lazım. Bu dünyanın sonu değil. Hele
hele bağırıp çağırıp,
olayı şiddetle atlatmayı tercih etmeye
kalkmanın
yanlışlığını belirtmeye
gerek bile yok. Çocuğa anlayacağı dil
ve usullerde sınıfta kalmasının
sebeplerini izah etmek, çocuk için en iyi yol
olacaktır. Veliler olarak,
sınıfını geçen yavrularımıza
mutlaka ödüllendirmek gerekiyor. Bazılarımız,
"nasıl olsa izine gideceğiz, bu da bir
ödül " falan diyebilirler. Hayır, çocuğa
sınıfını geçtiği için olayın
adını koyarak mutlaka ödüllendirmeliyiz.
Arabanın son modeline binerken parayı düşünmeyen
biz veliler, sınıfını geçen
çocuklarımızdan üç-beş Mark´lık
hediyeyi kesinlikle esirgememeliyiz. "Yatırımı,
yılda bir izine gittiğimiz ve içinde bile
oturmadığımız evlere,
yazlıklara değil de, çocuklarımızın
eğitimine yapmak en isabetli karar olur" sözleri,
bizleri rahatsız etmemeli. Bilakis, durumumuzu
yeniden gözden geçirmemize vesile olmalı.
Çocuklar ve izin
denilince ister istemez aklımıza, yazın
yapılacak düğünler geliyor. Emminin oğlu,
dayının kızıyla zorla
evlendirilecek olan gençlerin aile baskısıyla
gelecekleri zindan edilecek yine bu yaz. Son
yıllardaki bilhassa ikinci nesil Almanya Türkleri
arasında yaşanan boşanma
oranlarına baktığımızda,
zorla evliliklerin Almanya´da yürümeyeceği net
birşekilde görülüyor. Bunun için kimse evladını
istemediği biriyle kesinlikle evlendirmemeli.
Bunun namusla mamusla falan alakası
olmadığı gibi, örf adet, töreyle de
uzaktan yakından alakalı değildir.
Kimse kendi yapmak, ulaşmak istediği hedefi
töreyle, adetle veya dinle ambalajlamaya kalkmamalı.
Buna rağmen "ana-baba" olarak, "hayır,
istesende istemesende, benim dediğimle
evleneceksin" dayatmalarının
faturasını, hani o gözümüzden bile sakındığımızı
söylediğimiz çocuklarımız çekiyor.
Onların hayatları perişan oluyor.
Almanya´ya gelmenin hemen ardından boşanma
için o avukat senin, bu avukat benim koşuşturmalar,
perişan olmalar. Evlerde tadın tuzun
kalmaması, hayatımız her sahasına
yansıyan sinir harbi vs. vs. Sözün kısası;
hoşlanır veya hoşlanmasınız,
kimse evladını istemediği biriyle
evliliğe asla zorlamamalı. Evlendikten sonra
geçinecek olan çocuklar olduğu için, velilere
düşen en büyük görev; onların bir ömür
boyu hayatlarını beraber geçirecekleri eşlerinin
seçiminde yardımcı olmaktır.
Analık, babalık görevi, baskıyla,
dayakla, " seni evlatlıktan reddederim"
tehditleriyle istemediği veya kardeş gibi gördüğü
biriyle hayatını birleştirtmek
değildir. Almanya´da doğmuş büyümüş
neslin Türkiye´den ithal gelin veya damatla zorla
evlendirilmeleri daha başından sakat ve sonuçları
çok acı noktalanan adımlardır. Bu
yazımızın bir çoklarının
hoşuna gitmeyeceğini biliyoruz. Ama ne
yapalım, onları üzeceğiz,
nasırlarına basacağız diye, gerçek
hayatın parçalarını yazmamazlık
ta yapamayız. Artık devir değişti,
zorla evlilik zamanları da çotaaan geçti. Bunu
artık hepimiz ama hepimiz, istesek de istemesek
de öğrenmek mecburiyetindeyiz.
Bütün izincilere hayırlı
yolculuklar, iyi dinlenmeler dileriz.
SAYFA
BASI
Yok
saydığımız kadın sığınma
evleri
Almanya´ya
yerleşik hale gelmenin beraberinde getirdiği en ciddi ve üzerinde
derinlemesine düşünülmesi gereken meselelerimizden biri de; aile yapımızdaki
değişiklikler. Türk ailelerindeki çözülmelerin gerektiği gibi
ele alınıp problemlerin aşılması için Almanya
Türkleri olarak ciddi tartışıp, projeler ürettiğimizi söyleyemeyiz.
Aynı görmemezlikten gelme veya yok sayma alışkanlığımız,
uyuşturucu bataklığına düşen, hırsızlık
gibi kriminel olaylara abone olmuş genç kuşakların problemleri içinde
geçerli.
Oğlu
veya kızının herhangi bir sebepten dolayı problem haline
gelmesini, uyuşrurucu veya hırsızlık gibi bir
bataklığa düşmesini ar meselesi yapıp bunun
sıkıntı ve derdini sadece dar aile çevresinde çekme alışkanlığını
aşamama, problemlerin halledilmesini daha da güçleştiriyor.
Kızı veya gelinin ailedeki ciddi geçimsizlikten dolayı evi
terkedip kadınlar sığınma yurtlarına gitmeleri ise
namus meselesi olarak algılanmaya devam ediyor. Son çareyi evini terkedip,
bir yurda sığınmakta bulan kız veya kadınlar, ataerkil
aile yapısı gözlüğüyle, namusa leke sürmüş olarak görülüyor.
Evi terketmek zorunda kalanı biraz daha sabır etmemekle suçlayıp
yargılarken, bu sıkıntların baş sorumlusu olan
oğullarımız erkeklere ciddi birşey söyleyememe saçmalığı
yaşıyoruz. Ailelerimizdeki bugün yaşanan çözülmelerin başlıca
sebeplerine baktığımızda, farklı kültür değerlerine
sahip, zihnen ayrı mekanlarda yaşayan ve hayata
bakışları çok farklı olan genç kuşaklara
yaptırılan evlilikler olduğu kabul etmek istemesek de, bütün çıplaklığıyla
kendini gösteriyor.
İlgi
duyanların gidip bizzat görebilecekleri "Kadın
Sığınma Evleri" nde bulunanların kahir ekseriyetini Türk
bayanları, kızları oluşturuyor. Uyuşturucu
trafiğinin olduğu mekanlara gidip
bakıltığımızda da, birçok tanıdık genç
simalarla karşılaşacağız. Yalnız başına
sığınma evlerine gitmek mecburiyetinde kalanların
durumları, çocuklarıyla birlikte evlerini şu veya bu sebepten
dolayı terketmek zorunda kalanlara kıyasla biraz daha kolay gibi gözüküyor.
Tabii onların çektiklerini yine en iyi kendileri biliyor. Zira, ateş
düştüğü yeri yakıyor. Bu mahfillerde kendi derdini
anlatabilecek kadar Almanca bilmek sıkıntıların
aşılmasında çok önemli bir faktör. Ya lisan bilmeyenlerin hali...
Onlar ise bir yetkiliyle konuşmak, dertlerini isteklerini anlatabilmek için,
girip çıkması yani ziyaretin hiçde kolay olmayan evlere gelecek
tercümanların yollarını gözlüyorlar.
Çocuklarıyla
birlikte sığınma evlerinde yaşamak mecburiyetinde kalan Türk
annelerin çocuklarını okullarına, çocuk yuvalarına götürüp
getirirken çektikleri sıkıntıları dinlemek bile insanı
boğarken, birde bunu birebir yaşayan insanlarımızın
çektikleri...
İnkar
yolunu denesek de, yok saysak da, gündemimize almasak da, göç sürecinin
beraberinde getirdiği en önemli sosyokültürel ve sosyopsikolojik
problemlerimizden olan aile yapısındaki çözülmelerin daha da
derinleşmemesi için Almanya Türklerinin önünde olan veya olmayı
deneyenler, bu gelişmelere el atmak, problemlere çözüm alternatifleri
üretmek zorundadırlar.
Kilise
ve sosyal kuruluşlar başta olmak üzere, Alman tarafı kendi
evlerine sığınanlara kendine göre yardım etmeyi denerken,
bizim sosyal, kültürel derneklerimizden bu kuruluşlarla ortaklaşa
ciddi, kalıcı ve sürekli çalışma isteğinin
olmaması, sizi bilmem ama bizlere garip geliyor. Misafir ettikleri
bayanların ağırlıklı olarak Türk kadınlardan
meydana gelmesi üzerine onların problemlerini daha çabuk çözmek, onlara
kendi hassas oldukları değerlere göre davranmak için elemanlarını
bilgilendirmek isteyen kiliselerin sosyal hizmet birimleri, muhatap bulamamaktan,
kendileriyle ortaklaşa çalışmaya istekli partnersizlikten
şikayetçi.
Sığınma
evleri yetkilileri, Türkiye´de giyim kuşamın önemi, kadının
toplum ve ailedeki yeri, Türk mutfağı ve yemek
alışkanlıklarıyla sistemi, cinsel hayatın toplumda yeri,
Almanya´daki Türklerin bu ülkeye ne kadar ve hangi sahalarda yerleşik
hale geldikleri, Türkiye´ye geri dönmeyi düşünenlerin sebepleri,
Türklerin Alman kültürüne bakışları, yatağı
ıslatan çocukklara ailelerin davranışları ve Türk
toplumunda fiziki veya zihni özürlülerle geçgelişme problemlilere ne
gibi yardım hizmetlerin sunulduğunu öğrenmek istiyor. Bizler ise
her zaman olduğu gibi, cekli, caklı açıklamalar yapma, demeçler
verme alışkanlığımızı sürdürüyoruz. Kolaycılığı
terkedip, proje üretme veya projelere katılma
alışkanlığı kazanıncaya kadar problemlerimiz,
azalmak yerine artarak devam edecek...
SAYFA
BASI
Sanal
dostları tanımak
Federal
İçişleri Bakanı Otto Schily, ülkedeki
yabancı düşmanlığıyla ilgili
ırkçı eylem ve saldırı rakamlarını
geçtiğimiz hafta açıkladı. Bakan´ın
açıkladığı resmi rakamlara göre,
Almanya'da ırkçı ve yabancı düşmanı
saldırı eylemlerinde geçen yıla kıyasla
tam yüzde 40 gibi korkunç bir artış dikkat
çekiyor. Başta göçmenler olmak üzere sağduyu
sahiplerini şok eden SPD´li Bakan Schily´nin açıklamasındaki
rakamlar, sadece resmi kayıtlara geçen saldırı,
taciz olayları. Bir de buna resmi kayıtlara
geçmeyenleri ekleyince ortaya daha korkunç bir tablo
çıkıyor.
Bakan
Schily´nin verdiği rakamlara göre, 1999'da 9
bin 456 olan ırkçı ve yabancı düşmanı
eylemler, 2000 yılında 13 bin 753´e yükselmiş.
Bakan Schily, bu korkunç artışla ilgili değerlendirmesinde,
"ırkçı ve yabancı düşmanı
suçlardaki bu korkunç artıştan endişe
duymamak mümkün değildir" diyor. Almanya´da
ırkçılığın yaşandığı
ve saldırıların başlıca
hedeflerinin ise ülkeye yerleşik hale gelmiş
göçmenlerin olduğu tartışma götürmez
bir gerçektir. Farklı ülkelerden geliyorlar,
Alman değiller, başka dine mensuplar gibi saçma
sapan gerekçelerle insalara saldırmanın
canlarına, mallarına yönelik şiddet
eylemlerinde bulunmanın haklı hiçbir gerekçesinin
olamayacağı her akıl sahibinin bileceği
ve bilmesi gerektiği gerçeklerden biridir.
Almanya´nın polisiye tedbir olarak ırkçılara
fırsat tanımak istemediğini de
belirtmeden geçemeyiz. Bu tedbirlere rağmen
ırkçılık korkunç boyutlarada artarak
devam ediyorsa, bunun sebepleri acilen sosyolog,
psikolog gibi toplumbilimciler tarafından mercek
altına alınıp incelenmelidir. Bu araştırmalarda,
göçmen asıllı uzmanlarada alınacak
tedbirlerin etkili olması bakımından
mutlaka yer verilmelidir. Alman politikası, göçmenlerle
ilgili en hayati konularda bile onları dışlayarak
veya dışarıda tutarak problemleri çözme,
sıkıntıları aşma alışkanlığından
artık vazgeçmenin zamanı geldiğini görmek
zorunda.
Alman
halkının hepsinin ırkçılara doğrudan
veya dolaylı destek verdiğini söylemek haksızlık
olur. Bu böyle olsaydı ülkede 40. yılına
girilen göçmenlikte bugün daha büyük sıkıntılarla
karşı karşıya olunurdu. Almanya´daki
göçmenlerin karşıya karşıya kaldıkları
veya sosyopsikolojik olarak bırakıldıkları
ırkçılığın iki türü olduğunu
görüyoruz. Birincisi, göçmenleri doğrudan
hedef alan milliyetçilik adı altında ırkçılık
ideolojisine sahip olduklarını gizlemeyen akım.
İkincisi ise, gizli ırkçılık da
denilebilecek entellektüel dışlamacılık,
ayrımcılık. İkincisi birincisinden
daha tehlikelidir dersek, yanılmayız
herhalde.
Nasıl
mı?
Çoğu
platformlarda göçmenlerden yana tavır
sergileyen ve göçmenlerin ülkeye büyük bir kazanç
olduğunu ağızlarını doldura
doldura söyleyen bilhassa mahalli, eyalet veya
federal bazda aktif politikacıların
kelimenin tam manasıyla kıvırıp,
yaptıklarının haksızlık,
adaletsizlik, hatta çifte standart olduğunu bile
bile ihtilaflarda "Almanca" tavır
ortaya koyduklarına şahit oluyoruz. Yani,
haksı olduklarını bile bile Alman tarafı
lehine tavır sergiliyorlar. Göçmenlerin yanında
olduklarını söylerken, " Biz arkadaşız,
dostuz, kardeşiz. Ama, Abi benim. Ben ne dersem o
olur. Senin yapman gereken; benim dediklerime uymaktır"
psikolojisi belirleyici oluyor. Bu herhangi bir suçlama
falan değil, hergün herhangi bir anlaşmazlığın
çözüm girişimlerinde görülen davranış
biçimi tesbitidir. Göçmenlikten uzak kalıp
kendini bundan kurtardığını
sanarak daha fazla Almanvari yaşayan veya düşünenlerin
bu tesbite itiraz edeceklerini biliyoruz. Ama bu tür
itirazlar, yukarıdaki gerçeği
değiştirmez.
Göçmenlerin
dertleriyle samimi olarak ilgilenip onlara çözüm
yolları arayan nadirde olsa dürüst insanların
da var olduğunu belirtmek zorundayız. Fakat
bu istisnadır. "İstisnalar kaideyi
bozmaz" sözü bu durumlar için söylenmiş
olmalı. Türklerin Almanya için büyük bir
kazanç olduğunu söyleyen fakat Türklerle
kesinlikle herhangi bir şekilde bir araya gelip görünmek
istemeyen bir belediye başkanı, encümen
azası, milletvekili, parti yetkilisi, resmi daire
görevlisi veya toplumda etkili bir sima
düşünün. Türk asıllılarla
birlikte buluşan Almanlar veya Almanlarıda
saflarına katarak (!?) dernek çalışmaları
yaptığı görülen Türk asıllıların,
problemlerin, anlaşmazlıkların çözümünde
haklıdan, doğrudan, adaletten yana tavır
koymak yerine, mevcut statükoya göre davranmalarının
adı ikiyüzlülükten başka nedir?
Bahsedilen dostluklar butür tavırlarla sanal
olmaktan öteye gider mi?
Hülasa,
Almanya´daki göçmenlerin karşı karşıya
oldukları en büyük tehlike; açık ırkçılığın
yanında entellektüeller arasındaki yaygın
örtülü ırkçılıktır.
Koteyllerde kadeh kaldırıp tokuşturmakla
Türk-Alman dostluğu edebiyatı yapanlar ile
piyano resitalleriyle entegrasyona katkıda
bulunmakla övünen resmi veya fahri görevlilerden
entellektüel ırkçı olmayanlar bir adım
öne çıksın.
Haydi
beyler, niye sağınıza solunuza bakınıyorsunuz,
lütfen bir adım öne çıkın!...
SAYFA
BASI
Karelerin tamamladığı resim
Almanya´da,
bilhassa partiler ve kitle kuruluşları arasında
en fazla tartışılan konuların başında,
Almanya´nın göçmen ülkesi olup olmadığıyla,
bundan sonraki takip edilmesi gereken göç politikası.
Almanya´da göçmenler veya yabancılar denilince akla
ilk gelenin; Almanya Türkleri olduğu biliniyor. Nitekim,
göç tartışmalarında en çok geçen kavram
"Türkler". Başta Federal İçişleri
Bakanı Otto Schily olmak üzere politikacılar, Türklerin
Almanya´ya uyumlarını gündeme getirirken, aşırı
sağcı ırkçılarla aynı paralele düştüklerini
ya görmüyorlar, ya da görmek istemiyorlar. Sayın
Schily, Almanya´ya göçün sınırlandırılmasını
savunurken, eyalet meslektaşlarından Günther
Beckstein ise, Türk çocuklarının eksiklikleri,
noksanlarından bağısız olarak dini bazı
bilgiler almalmak için camilere
gitmelerini eleştiriyor, bu gidişatın
tehliklerine(!?) dikkat çekiyor. (Türk çocukları bazı
dini bilgileri öğrenmek için camilere, tam otuz yıldır
gidiyor. Bu konuyu tartışma zeminlerine taşıyan
Sayın Beckstein ve fikirdaşlarına, "Şimdiye
kadar neredeydiniz?. Aileleri her türlü vatandaşlık
mükellefliklerini yerine getiren bu çocukların dini eğitimlerini
alabilmeleri için hangi ciddi girişimi başlattınız?
" diye sormak lazım. Hıristiyan Demokrat Parti
(CDU) içinden birçok politikacı da, Türklerin Almanya´ya
uyum sağlamak istemedikleri gibi bir iddia ortaya atarak,
Almanya´ya yapılan aile birleşimlerinin sınırlandırılmasını,
çocukların ailelerinin yanlarına getirilme yaşlarının
10´a düşürülmesini, çeşitli suçlara karışan
bilhassa ikinci nesil gençlerin kolayca sınırdışı
edilmesini gündeme getirip, çeşitli muhalefet
politikalarında bu konuyu hükümetle pazarlık
malzemesi olarak kullanıyorlar.
Bilhassa
Almanya Türkleri´nin politik dolgu malzemesi olarak kullanıldığı
bu sahadaki kareleri yan yana getirdiğimizde ortaya çıkan
tablo; aşırı sağcı, ırkçıların
söylemleriyle maalesef birbir örtüşüyor. Bu tablo karşısında
ırkçılık, aşırı sağ ve kökenlerinden
dolayı dışlamaya karşı mücadelede
ilk adımın atılması gereken yerin politika
olduğuna dikkat çeken ilim adamlarının haklılığı
bir defa daha ortaya çıkıyor. Almanya, oranından
bağımsız olarak, ülkede inkarı mümkün
olmayan yabancı düşmanlığı ile mücadelede
samimi ise, bu mücadelenin ilk adımı, politikacıların
ırkçı, aşırı sağcıların,
yabancı düşmanlarının ekmeğine yağ
süren açıklama ve değerlendirmelerden ısrarla
kaçınmalarıdır. Bunun dışında
alınacak tedbirlerin ciddi hiçbir etkisinin olmayacağını
tahmin etmek için tarihçi, sosyolog, kriminolog ve daha
bilmem ne olmaya gerek yoktur
SAYFA
BASI
|