A vitaminini unutmayın! Mevsim meyvesi gibisi yok. Strese son vermenin 15 yolu

Kendinizi değil kilonuzu yakın

·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  EKONOMI  
·  FIRMALAR  
·  SPOR  
·  YAZARLAR  
·  BASIN ÖZETLERI  
·  COCUKLAR  
·  KADIN & YASAM  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
   
   


  BAKIŞ

               Mahmut Aşkar

 

askar@turkpartner.de



Divan Sohbetleri
Her Pazar
Saat: 21.30

"türkshow'da"



İslâm’ı Avrupalılaştırmak ya da...(2)

.....ya da Avrupa’yı İslâmlaştırmak (!)


Müslüman ülkelerden Batı Avrupa’ya gelen göçmenlerle birlikte İslâmiyet’in kıtadaki varlığı su götürmez bir gerçek haline geldikten sonra tartışılan konu; İslâm mı Avrupa’yı yoksa Avrupa mı İslâm’ı zapturap altına alacak noktasında düğümlenmektedir. Her iki görüşe samimiyetle inananlar olduğu gibi, bunu siyasî malzeme konusu yapan, başka yönlere çekerek istismar eden, çarpıtanlar da var. Zamanında Türklerin topyekün müslüman olmaya başladıkları gibi, Hıristiyan dinine mensup yerli Avrupa halkları da topluca İslâm’a geçmedikleri müddetçe Avrupa’nın İslâmlaşması mümkün değildir. Eğer bu durum günün birinde gerçek olacaksa, bu da ancak ilahî bir mucizeyle izah edilebilir. Rasyonalizm’i (akılcılık) kendine hayat düstûru haline getirmiş Avrupalı, mucize kabilinden söylentilere asla itibar etmeyeceğine göre, bu işin altında başka işler yatmakta veya geri planda  başka planlar var.

Son birkaç asırdan beri değişik variyasyonlarıyla da olsa dünyamızda hâkimiyetini kabul ettirmiş ve hâlâ da bu üstünlüğü muhafaza eden Hıristiyan-Batı Medeniyeti’nin beşiği Avrupa ve yaklaşık yüz yıl önce  tercihini Batı Medeniyeti’nden yana koymuş bir Türkiye’nin İslâmiyet’le ilgili korkusu, endişesi veya uzun vadeli hesabı ne olabilir?... Diğerlerini bilmem ama biz Türklerin iki büyük derdimiz var: İçeride kendimizle kavgalıyız; yönümüzü şaşırdık. Dışarıda ise herkes bizimle kavgalı zannına kapıldık; kafamız karıştı, şaşırdık. Ama hakikat şu ki, söz İslâm’dan açıldığında, müslümanlar sözkonusu olduğunda, Batılının kafası gerçekten karışık. Askerî, iktisadî, fennî (teknolojik) ve kültürel üstünlüğü kabul görmüş, hayranlık uyandırmış, son iki asırdan beri de müslüman milletler olarak gıptayla takip ettiğimiz Batı’dan soğumamız, Batılının alışık olmadığı ve hazmedemediği yeni bir gelişmedir. Batılı sevilmediğini, artık hayranlık duyulmadığını hissedince hırçınlaşmaya başladı. Bizden hâlâ sömürgeci tutumuna karşı hem itaat hem de sadakat bekliyordu. Özellikle Batı Avrupa ülkelerine işçi göçüyle başlayan tanışma, yakınlaşma faslında müslüman göçmenler, yerlilerin hazmedemeyeceği derecede bir kültürel kimlik mücadelesi başlattılar. Kiliseler kapanırken merkezi yerlerde (birçok bürokratik engellemelere rağmen) gösterişli camilerin açılması, aynı zamanda Batı’nın azgelişmiş veya gerikalmış müslüman ülkeler karşısındaki kültürel üstünlüğünün sonuna gelindiğinin işaretiydi.

Cazibe kaybolunca...

Her yaşta insanın hayranlık duyduğu, kendisine örnek aldığı veya idol olarak gördüğü şahıslar, şahsiyetler vardır. Bazen onlara olan hayranlığımızın temelinde, onların (bize göre) ulaşılamaz, erişilemez bir yerde olmaları yatmaktadır. Bazen sanat, bazen spor, bazen de siyaset dünyasından idollarımıza ulaşabilsek, hergün onlarla beraber olabilsek; çok uzun sürmeden, “amma da abartmışım ha, o da benim gibi bir insan” deme noktasına geliriz. Bunlara ilaveten,ülkemizde bazı tarikat liderlerine insanüstü vasıflar yüklemeyi seven ve onları efsaneleştirerek alıcısı  hazır kitleye sunan bir dini kesimin de olduğunu unutmamak gerekir. İster o topcu, ister popcu, isterse de dinî veya siyasî lider olsun; onlara erişildiği, elle tutulur, gözle görülür olduğu taktirde bir evvelki cazipliği, yerini realitelere bırakır.

Fazla uzatmaya gerek yok; Batı’yla olan münasebetimiz de aşağı yukarı bu minval üzredir. Önceki hayranlığımız, Batı’ya olan aşkımız, yüzyüze gözgöze gelince bitti! Hâyâllerimiz altüst oldu; birçoğumuzun dünyası yeniden şekillenmeye başladı. Bir kesimimiz hafızasını toparlayarak, mazideki değerlerinin ne kadar da değerli olduğunun farkına vardı, hatırladı. Bir kesimimiz için mazide bırakılanlara dönmek, geriye gitmek gibi, “gericilik” gibi bir olguydu ki, kendilerine göre gemileri yakarak yola çıkan onların geriye dönüşü artık mümkün değildi. Ne var ki Batı’nın sevimsiz yüzünü gören Batıcılarımız, “ulusal” bir hamleyle vaziyeti kotarmaya kalkışınca, millî “muasırlaşmak” projemiz tekrar darbe üstüne darbe yedi.

Batı, kendine göre tehlike arzeden yeni gelişmeyi bizden erken fark etti: İslâm. Batı, eski üretgenliğini kaybetmiş, kısırlaşmıştı. Müslüman milletler, bütün cazibesiyle İslâm’ı yeniden keşfettiler. Batı’nın son üç yüz yıldır ortaya koyduğu sistem, ideoloji, hayat felsefesi adına ne varsa, hepsi demode olmuş, 20. ve 21.yüzyıl insanlığının ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmişti. Batı ilk büyük yenilgisini ülke bazında, İran’daki Amerikancı-Batıcı Şah Riza Pehlevi rejiminin yıkılarak yerine İran İslâm Cumhuriyeti kurulmasıyla yaşadı. O günden bugüne bütün engelleme ve karalamalara, işgallere ve kültürel, iktisadî sömürgeciliğe rağmen, İslâm’ın yükselişine, daha doğrusu yeni nesil müslümanların din merkezli değerler manzumesiyle kucaklaşmalarına engel olunamadı. Bu durum, müslümanların gayretlerinden, ilmî ve iktisadî kalkınmışlıklarından kaynaklanmıyor; bir hayat nizamı olarak İslâm’ın çağlar ve ülkeler ötesi, zaman ve mekândan bağımsız olarak,  evrensel çözümler, reçeteler sunabilme özelliğinden dolayı insanları cezbetmesiyle alakalı bir gelişmedir. Dinin bu özelliğini polemik konusu yapar, “şeriatı getirmek” olarak algılar veya ,“canım, madem İslâm’ın öyle sihirli kurtuluş reçeteleri vardı da, müslümanların hal-i perişanına ne demeli..” tarzında vasat, karşı ataklara; “İslâm’da aradığını bulabilmek, bir özellik ve meziyet ister” şeklinde bir cevapla şimdilik burada yetiniyoruz.

Avrupalının İslâm korkusu

Bizim seküler aydınımız din olgusunu avamın meselesi veya ilgi sahası olarak değerlendirirken, Avrupalı aydınlar, İslâmiyet’in ciddi bir meydan okumasıyla karşı karşı olduklarına inanıyor, bazen de bu durum “İslamofobi” saplantısına kadar varabiliyor. “11 Eylül 2001” saldırılarının ardından ABD Başkanı Bush’un haber ajanslarında, müslümanları kastederek, “Bizden niçin nefret ediyorlar?” cümlesi yer almıştı. Başkan Bush, bu soruyu mutlaka kendi danışmanlarına da sormuş ve cevabını da almıştır. Dünyadaki gelişmeler hakkında sığ bir bilgiye sahip herhangi birisi için bile bu soruya cevap olarak bir sürü argüman sıralanabilir. Aslında aynı soruyu herhangi bir müslüman, Batılılara sorsa yeridir: Siz, bizden niçin nefret ediyorsunuz? Biz ki, sizin ülkenizi işgal etmedik, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinizi sömürmedik, sizin, seçmenize rağmen, işimize gelmeyen hükümetlerinizi devirmedik. Peki söyler misiniz; siz bizi sevmek mecburiyetinde değilsiniz ama bizi aşağılamaya, sömürmeye, manevi değerlerimiz, kutsallarımızla alay etmeye hakkınız var mı?

Avrupanın kanaat önderleri, devlet adamları, siyasiler ve diğer seçkinler, İslâmiyet üzerinden iki ayrı yol takip ediyorlar: Bunlardan birisi, ötekileştirdiği müslümanlar üzerinden, kimliğini, kültürel değerlerini muhafaza etmek, diğeri ise; müslüman halklarda yeniden filizlenen İslâmî motivasyonu kırmak, o potensiyeli zapturap altına almaktır. Tekrarlamak gerekirse; belki Batı müslüman milletler nezdinde kendi kendini bitirerek eski cazibesini kaybetmeseydi, İslâm âleminde kültürel üstünlükleri bu kadar kısa sürede bitiş noktasına doğru hızla ilerlemezdi. Geçmişte defalarca altınçağlarını yaşayarak kendini ispat etmiş medeniyet anlaşımız, çağımız müslümanlarının kendi değerlerine dönüş sürecine ivme kazandırmıştır.

Kamuoyunu etkileyen, yönlendiren ve oluşturan kurum ve kuruluşlar, Avrupalı halklarına çoğu zaman kasıtlı olarak çarpıtılımış bir müslüman ve İslam portresi çizerler. Bu olumsuz tabloya destek veren “İslamcı Teröristler”in katkısıyla yerli Avrupalı’nın zihninde müslüman korkusu iyice yer etmeye başlar. Bu korku zamanla içindeki müslüman kimlikli göçmenlerin bir an önce ya asimile edilmesi veya anavatanlarına geri gönderilmesi fikrinin sabitleşmesine zemin hazırlar.  Zaten siyasi iradenin de ulaşmak istediği hedef bu değil miydi?...  “Hayır biz bu toplumun bir parçası olduk artık, burası bizim de vatanımız” diyen müslüman azınlıklara da; “Tamam, bizim buna bir itirazımız yok, yalnız; sizin bundan sonra nasıl bir müslüman olacağınızın çerçevesini ve dini hayatınızın sınırlarını devlet veya hükümet olarak biz belirleriz” şartnamesi gelir.

Avrupa artık, kendi içindeki müslüman azınlıkları kıtanın dışına atamayacağını gördükten sonra, müslümanın nezdinde İslâm’ı Avrupalılaştırmaya karar verdi ve bundan sonra yapılan çalışmalar bu yöndedir.  Hıristiyan-Batı dünyasının İslâm âlemine karşı taktiği de aslında bundan pek farklı değildir: Yükselen İslâm trendine karşı yapılması gereken en akıllıca ve müslüman halkların da fazla tepkisini çekmeyecek yol; bu yükselişi zapturap altına almaktır.

Üçüncü bin yıldaki Müslüman-Türk, “ham yobaz, kaba softa” tiplemesinin dışında, bilgi donanımlı, gerekirse çok kültürlülükten ürkmeyen, kendine güven duygusuyla dünyayı kucaklayan bir din anlayışına doğru mesafe almaktadır. Dayatmalara, zoraki telkinlere artık inanmamakta, boyun eğmemektedir. Bu özelliği sıradan halkta da, okumuş yeni nesillerde de görmek mümkün. Bu profildeki müslümanlığın ne mevcut İran ve ne de Suudi Arabistan gibi ülkelerin sergiledikleri resmî din anlayışıyla alakası vardır. Zamanla müslüman ülkelerde bu anlayışın hakim olması; gerikalmışlık ve azgelişmişlik zincirinin kırılması, emperyalist güçlerin müslüman halklar üzerindeki tahakkûmuna son verilmesi demektir. İnsanlığa yeni refah ve barış projeleri sunulabilmesi, ekolojik ve ekonomik dengelerin sağlanabilmesi için kâinatı yaratanın ilahî mesajını, “talimatnâme”sini dikkate almak gerekir ki, bu da, yeni nesil müslüman âlimler, aydınlar ve entelektüellerle mümkün olabilir. İşte bu yeni akım hem milletlerarası hem de milli düzeydeki mevcut dengeleri altüst edeceği ve hatta etmek üzere olduğu için içte ve dışta müthiş (kültürel/ideolojik) çatışmalara, güc ve pozisyon koruma mücadelelerine şahit oluyoruz.

Not: Daha bitmedi...


 YAZARIN DİĞER YAZILARI:

İslâm’ı Avrupalılaştırmak ya da...(2)
Zümre Diktatörlüğü Veya Bizim Herodianlar
İslâm’ı Avrupalılaştırmak ya da...
Seçkinler ve Halk
Hüseyinleşmek (3):
Haktan ve Halktan Yana Olmak

Hüseyinleşmek (2):
Hayatın İki Tezatı

Hüseyinleşmek
Dinamiklerimizi Dinamitlemek
Treni Yine Kaçırdık
Görmemişin Oğlu
Aşk Medeniyeti
Türk Olabilmek ve Türk Kalabilmek
Nasıl Bir Türkiye?
Bölünen Benim, Memleket Değil!
Yeni Bir Dönem Başlarken
Savunma Hattındaki Türkler
 

   
SAYFA BASI
Mahmut Aşkar
İslâm’ı Avrupalılaştırmak ya da...(2)
Yakup Yurt
Sisli havada siyaset
Muhsin Ceylan
Nesneleştirilen Öznelerden biri Marco…
Nuran Yelkenci
Ne Mutlu Türküm Diyene!..
Orhan Aras
Bir Türk Alpereni: İbrahim Bozyel
Ozan Yusuf Polatoğlu
Cumhuriyet Halk Partisi
Ayten Kılıçarslan
Almanya ‘artık vatan’ mı?
S. Semih Sedef
Yitik hayatlar...
İbrahim Selamet
Zincirden kolyeler
Hidayet Kayaalp
Mumla eriyen umutlar
Hayrettin Çakmak
İkinci yirmiyedi, beşinci Cuma
Yılmaz Kuzucu
İyiye değişim ve beyinlerde haraket
M. Ali Aladağ
Alman Medyasındaki İslam
Üzeyir Lokman  Çaycı
Şehirlerleşme ve etkinleşmeler
Haldun Çancı
Gizlenen Gerçek Atatürkçülük ve Savunucularına Ödettirilen Bedeller
Hasan Kayıhan
Bizim "Diaspora" Show
Ali Kılıçarslan
Oy hakkı sözü ne oldu?
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
Gelin TV kanallarımızın son durumunu birlikte irdeleyelim
İsmail Altıntaş
Diaspora ve Kimlik
Osman Seçmez
Hayatın gerçek adı: SU
Şefik Kantar
Papa radikallere koz verdi
Fikret Ekin
Yine İnsan
Prof. Dr. Ümit Özdağ
Türkiye'nin En Büyük Sorununa Cevap
Prof. Dr. Berhan Yılmaz
Peygamberi Doğru Anlamak
Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Şiddet ve Eğitim Sitemimiz 1
Sebahattin Çelebi
Şimdi....
Veli Kalli
Sorunumuz Kuş Gribi Değil
Mustafa Can
Bayram Gelince Bir Şeyler Olur Bana Canım....
İsmail Tüysüz
”Avrupa’nın Anası Anadolu” Konferansına İlgi Büyüktü
Erhan Türbedar
Kosova’ya İki Yeni Bakanlık Devrediliyor (?)
Serdar Çelebi
Fransa olayları ve Avrupa’da ‘Yeni Irkçılık’
Yakup Tufan
Fransa’nın İmajı
Betül Parlar
Hey du...
Şensel Aşkın
Bilginin/Doğruların Etkinliği
Halil Gülel
Gerçek Güzellik
Dr. Nebil Bozdoğan
Botox zehir mi ilaç mı?
Sizden Biri
Sen neymişsin be abi?
Alperen Çelik
Yeni Vietnam IRAK
İsmail Altıntaş
İslâm Dininin Engellilere Sağladığı Kolaylıklar
Latif Çelik
Ayný acýyý duyanlar en samimi olanlardýr
Dr. Nebil Bozdoğan
Kozmetik cilt tedavisi amaçlı lazer uygulamaları
Fazlı Arabacı
Yaralı bir bilinç