·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  EKONOMI  
·  FIRMALAR  
·  SPOR  
·  YAZARLAR  
·  BASIN ÖZETLERI  
·  COCUKLAR  
·  KADIN & YASAM  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
   
   


  BAKIŞ

               Mahmut Aşkar

 

askar@turkpartner.de


Din Milliyetçiliği

Bir milletin milliyetçisi olmak gibi, bir dinin de milliyetçisi olunabildiğini hem geçmişte, hem de günümüzde başgösteren hadiselerde görmek mümkündür. Mensup olduğu milletin milliyetçiliğine soyunanların belli kesimi ya kuru gürültüye gidenler veya gelişmeler karşısında ani tepki gösterenlerdir. Sözkonusu din olunca da benzeri hareketleri tesbit etmek mümkündür. Adam vardır, en doğru dinin kendisinin mensup olduğu din olduğuna samimiyetle inanır ve inandığı gibi de yaşar. Adam da vardır, din-imanla fazla alakası olmamasına rağmen, karşı cepheden gelen her saldırıya en önde taaruza geçenlerdendir.

Yukarıdaki başlığı attığım yazıyı sadece üstteki paragrafa kadar yazmış ve kafama başka konular takıldığı için öylece bırakmıştım. Derken Peygamber Efendimiz’in Danimarkalı dangalaklar tarafından  karikatürüze edilmesiyle İslam alemini ayaklandıran olaylarla ilgi bir de biz “Karikatürle Başlayan Medeniyetler Savaşı” başlığı altında bir yazı kaleme almıştık. Hem dünyanın müslüman hem de hıristiyan kesiminde bu konu etrafında, yer yer tehlikeli ve hiçbir zaman tasvip edilmeyecek gelişen olayları takip etmeğe çalışırken, yarım bıraktığım yazımı sonuçlandırmamın tam da zamanı olduğu kanaatine vardım.

Gerek Hıristiyan-Batı ve gerekse Müslüman-Doğu’da dinler veya kültürler bazındaki gelişmeler; bin yıllık husumetin, önyargının ve ezilmişlik veya üstünlük psikolojisinin tezahürüdür. Bu çerçevede her çatışmadan her iki taraf da kendine göre dersler çıkarıyor, yeni şeyler öğreniyor: Müslüman-Şark, “bu kadarı da fazla oldu!” diyerek kitleler halinde sokaklara dökülürken;  Hıristiyan-Garp, tepkinin bu derece şiddetli olacağını hesaba katamayarak, müslümanlardan Peygamber gibi bazı mukaddeslere hakaret edilemeyeceğini, alay konusu yapılamayacağını da böylece öğrenmiş oldu. Netice olarak da, bu vesileyle her iki taraf birbirini tekrar biraz daha yakından tanıma fırsatını yakaladı.

Batı, bir tarafatan “Medeniyetler Diyaloğu”nun teşvikçisi rolünde önemine vurgu yaparken, buna paralel olarak, yok ettiği medeniyetler yetmezmiş gibi, doğuşundan beri varlığını bir türlü hazmedemediği İslam Medeniyeti’ni kendisine benzetmeğe uğraşıyor. Aslında son karikatür krizinin altında yatan sebebin bu olduğu kanaatindeyiz. Sizin de bizimki gibi dünyadan elini eteğini çekmiş dünyevî (sekülerist), sadece ahiretle ilgilenen bir dininiz olsun diyorlar. Yani öteden beri kendileri için geçerli olan “Kralın Hakkı Krala, Tanrı’nın Hakkı Tanrı’ya” sloganına İslamiyet’te de hayat hakkı tanınsın istiyorlar.

İslam dünyasıyla Batı arasındaki gerginlik, maalesef her geçen gün biraz daha tehlikeli boyutlara doğru tırmandırılıyor. Tepkiler, neredeyse “Peygamberler Savaşı”na dönüştürülmektedir. Her iki tarafta da din milliyetçileri iş başında!.. Avrupa cephesinde hadiselerin zuhur ediş sebepleri ve İslam-Hıristiyan çatışmasında Batı’nın yanlışlarını dürüstçe ortaya koyan pek çok entellektüel görüş var olmasına rağmen onlar, müslümanlara karşı üstünlük gururu ve efendilik kibirinin esiri olmuş ve zihinlerde yer etmiş genel eğilimin gölgesinde bırakılmaktadırlar. Diğer tarafta ise, Batılılarca aşağılanan İslâm âlemi kitleler haline yüzyılların birikimiyle öfkesini açığa vururken, reaksiyon irtifa kaybederek seviyesizleşiyor. Bu da karşı tarafın eline fırsatı bulunmaz bir malzeme olarak geçiyor ve; haklı olduğunuz bir davada taraftar kaybına uğruyarak sizin inandırıcılığınız sorgulanıyor.

Şu andaki durum, Çinli Kumandan Sun-Çu’nun  (M.Ö. 6.yy.), “Eğer sen, ne düşmanını ve ne de kendini tanımıyorsan, girdiğin her savaşı kaybedersin” dediği gibidir. Ne Hıristiyan Batı Müslüman-Doğu’yu yeterince tanıyor, ne de Müslüman-Doğu Hıristiyan-Batı’yı... Hâl böyle olunca, bugünlerde sıkça sözü edilen kültürler savaşında kaybeden her iki taraf olacaktır.

Sözkonusu Hıristiyanlar olunca, şuursuzca müslümanlık damarları kabaran din milliyetçileri gibi, unutulmaya terk edilmiş veya rafa kaldırılmış din olgusunu müslümanlara karşı dirilten hıristiyan din milliyetçileri ateşe körükle gitmeği, dindarlık sanıyorlar. Bu işi körükleyenlerin başında ise, her iki tarafın medyası gelmektedir. Olaylar çoğu zaman çarptırılarak, manipüle edilerek verilirken, dünya barışına hizmet etmekten ziyade, muhakkak ki belli güç odaklarına hizmeti hedeflemektedir. Kitle kültürünün gölgesinde kalan seviyeli, akl-ı selim tavır önplana çıkarılmadığı taktirde ak ile karayı ayırt etmek zorlaşır. Çünkü, “...kitle kültürünün hâkim prensibi manipülasyondur. ....basın, radyo ve televizyon gerçekten kitle manipülasyon vasıtalarıdır.”(Ali İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam, s. 98-99)

Karikatür Krizi olarak tarihe geçecek olayları takip ederken dikkatimi çeken husus şudur: Gerek İslâm âleminden ve gerekse Hıristiyan dünyasından dinî kurum ve kuruluşlarla birlikte konunun uzmanı aydınlar, hadiselere demeçleri ve eylemleriyle mûtedil (ölçülü) yaklaşırlarken, dini bir siyasî simge olarak kullanan ve başkalarına duyduğu husumeti din kisvesiyle açığa vuranlar şuursuz kalabalıkları da arkasına alarak birden bire en “dindar” olarak ön saflarda yerini alıyor. Mücahit Bilici’nin şu tesbiti müslümanlar için olduğu kadar hıristiyanlar veya başka dinlere mensup olanlar için de geçerlidir: “Ancak asil ironi şudur: İslâm'ı, geleneksel dinî söylemlerin aksine en fazla kullanan İslâmcılık aynı zamanda en az "dindar" olan söylemdir.”. Etrafınızdaki “İslâmcı” geçinenlerin hâl ve hareketlerini yakından incelediğiniz ve din adına yapılan istismar ve cehaleti gördüğünüzde, bu tesbitin ne kadar da yerinde olduğunu teyid edeceğinizi düşünüyorum.

İslâm’ın, “senin dinin sana, benim dinim bana” düsturu ölçü olarak alınmış olsaydı, ne Haçlı Seferleri ve ne de Medeniyetler Çatışması olurdu. Dinler, siyasete, emperyalist emellere, karanlık güçlere ve beyinelere alet edilmeseydi, ne Irak Savaşı, ne İkiz Kuleler’e saldırı ve ne de Karikatür Krizi olurdu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI:

   
SAYFA BASI

| Ana Sayfa | Haberler| Gazeteler | Ekonomi | Firmalar | Spor | Yazarlar 

Copyright © Mima Datentechnik / Jülicherstr.20 / 52070 Aachen / Deutschland
Tel:
+49 (241) 900 57 50 (pbx)  Fax: +49 (241) 99 777 57  
e-posta:
info@Turkpartner.de
Bu site Mima Datentechnik Internet Servisi tarafýndan hazýrlanmaktadýr

Mahmut Aşkar
Din Milliyetçiliği
Prof. Dr. Ümit Özdağ
Saldırılan Polis
Yakup Yurt
Mozart Bugün 250 Yaşında
Üzeyir Lokman  Çaycı
Yolcular
M. Ali Aladağ
Çağdaş Yobazlar
Hasan Kayıhan
Ayrılığın Rengi Hüzün
Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Kuş Gribi ve Bilime Verdiğimiz Önem
Veli Kalli
Sorunumuz Kuş Gribi Değil
Mustafa Can
Bayram Gelince Bir Şeyler Olur Bana Canım....
Şefik Kantar
Ey Alman, Titre ve Kendine Dön !
Yılmaz Kuzucu
Hacda nefsi Kurban edebilmek 
İsmail Tüysüz
”Avrupa’nın Anası Anadolu” Konferansına İlgi Büyüktü
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
Enerjimizi Ulusal Sorunlarımızın Çözümüne Harcayalım
Ayten Kılıçarslan
Türkler şiddet kurbanı
Erhan Türbedar
Kosova’ya İki Yeni Bakanlık Devrediliyor (?)
Hidayet Kayaalp
İletişim Kavşağının İşaret Levhaları: İlgi Kalıpları
Serdar Çelebi
Fransa olayları ve Avrupa’da ‘Yeni Irkçılık’
Orhan Aras
İnsanlık öldü mü?
Yakup Tufan
Fransa’nın İmajı
Ali Kılıçarslan
Yeni meclis, eski kafa
Sebahattin Çelebi
kadıköy
Nuran Yelkenci
Bin Aydan Daha Hayırlı Olan, Ramazan Ayı
Betül Parlar
Hey du...
Fikret Ekin
Türkiye’nin “Sorunu”
Şensel Aşkın
Bilginin/Doğruların Etkinliği
Halil Gülel
Gerçek Güzellik
Muhsin Ceylan
Berlin’e hayali bir soru
Ozan Yusuf Polatoğlu
Bir taraf ‘şan’ (!) alıyor
Bir taraf ‘perişan’ oluyor
Dr. Nebil Bozdoğan
Botox zehir mi ilaç mı?
Sizden Biri
Sen neymişsin be abi?
Alperen Çelik
Yeni Vietnam IRAK
İsmail Altıntaş
İslâm Dininin Engellilere Sağladığı Kolaylıklar
Latif Çelik
Aynı acıyı duyanlar en samimi olanlardır
Dr. Nebil Bozdoğan
Kozmetik cilt tedavisi amaçlı lazer uygulamaları
Fazlı Arabacı
Yaralı bir bilinç