BAKIŞ
Mahmut Aşkar
|
|
askar@turkpartner.de
|
DİL
VE
DİN
MESELEMİZ
Önce
dil meselemiz:
Ta çocukluğumuzda öğrendiğimiz; “Hayvanlar
koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa
anlaşırlar.” değimi, hâlâ geçerliliğini
koruduğu kanaatindeyim. Zaten dilini
konuşturamadığı yerde gittikçe eski
asaletini kaybeden insanımız yumruklarını
konuşturur hale geldi. Eski dönemleri bir kenara
bırakacak olursak, 20.Yüzyıl’ın
başlarından itibaren günümüze kadarki dünya çapında
siyasi-sosyal gelişmelerde, aynı dili konuşan
halkların birbirlerine karşı (ufak-tefek
gerilim ve anlaşmazlıkların
dışında) pek düşmanca tavır
almadıkları ve savaşmadıklarını
görürüz. Avrupa’nın değişik ülkelerindeki
Türk azınlığın
varlığını korumasında en büyük
unsurun, ortak dil olan Türkçe olduğu bilinmektedir.
İster aynı dine, ister başka dinlere mensup
insanlar arasından yakınlık
duyduklarımız; bizimle aynı dili konuşan
insanlardır. Yine Türkiye’deki
azınlıkları çoğunluktan ayıran
unsurların başında dil gelmektedir. Sadece dil
mi?.. Yörenin şivesi bile bölge insanlarının
biraraya gelmesinde adeta tutkal vazifesi görmektedir.
Ukrayna’daki son seçimlerde yaşanan siyasi
kutuplaşmaların başında Ukraynaca ve Rusca
konuşan bölgelerin önemli bir yer tuttuğu
unutulmamalıdır. İngilizce Konuşan
Milletler Topluluğu, ortak dil olan Arapça
konuştukları için; Arap Dünyası, AB içinde
Almanca konuşan; Almanya, Avusturya kısmen İsviçre
ve Kuzey İtalya’daki Tirol bölgesi, yine AB içinde
Fransızca konuşanlar grubu, İspanyolca ve
Portekizce konuşan ülkelerin, bu lisanların
anavatanlarıyla olan kültürel bağları,
aynı şekilde şive
farklılıklarına rağmen Türkçe
konuşan “Türkî Cumhuriyetler” de, diğerlerinin
yanısıra bu kategoriye dahil edilebilecek ülkeler
arasındadırlar.
Dil’im, dilim dilim...
Coğrafyamız, milletimiz, dilim dilim parçalanıp
bölündüğü gibi, ana dili Türkçe’miz de dilim
dilim parçalanmaktadır: Bir önceki nesille bir
sonraki neslin ortak bir lisan konusunda
anlaşamadığı Türkiye gerçeğiyle
karşı karşıyayken; “Türk Dil Kurumu Türkçe’ye
öztürkçe kelime ihraç edecek” haberi (Zaman Gazetesi,
22.01.05) dikkatimi çekiyor. Habere göre, Türk Dil Kurumu (TDK)
Türk cumhuriyetlerine kelime ihracına başlayacak; böylece
Türkçe’nin tüm lehçelerinin korunmasının
yanında, Türkçe konuşan ülkeler arasında da
dil konusunda yeni bir birlik sağlanacak.
İnşallah onları da kendimize (şimdiki
halimize) benzetmeden, yapılan bunca dil
katliamından sonra aklımız
başımıza gelir ve olması gereken gerçekleştirilir.
Cumhuriyetle başlayan “Öz Türkçe”, “Arı Türkçe”,
“Türkçe’nin Yabancı Kelimelerden
Arındırılması” gibi dil üzerindeki
tartışma ve denemeler, hatta katliamlar devam
etmektedir. Şahsen de dilimiz üzerindeki tehlikeli
oynamaları kaygıyla izlemekte, yazarken ve
konuşurken Türkçe ile alakalı hassasiyetimi
muhafaza etmeğe çalışıyorum. Biçok kültürel
değerlerimizi, tarihî mirasımızı dildeki
yozlaşmaya paralel olarak kaybettik.
Aydınımızın kullandığı Türkçe,
siyasi-ideolojik görüşüne göre
değişmektedir: Türkçe’yi yazı ve
konuşma dili olarak kullananların fikri
yapısını, yazısından veya
konuşmasından anlamak, daha düne kolayca mümkün
iken, son zamanlarda yeni nesil bazı din çıkışlı
yazarların kullandıkları Türkçe; eski terim
ve kelimeler ile en son uydurulanların
karışımı bir lisan ki, kelimelerin cümledeki
uyumsuzlukları her yönüyle sırıtıyor.
Batı kökenli çokca yabancı kelime kullanmak;
aydınımız için çağdaşlık,
entellik, modernlik ve bilgiçlik taslama’dan başka,
şuur altına yerleşmiş kompleksten
kaynaklanmaktadır. Bu, üstün Batı
karşısındaki ruh hali;
aydınımızı dil konusunda da bizden
uzaklaştırıp Batı’ya
yaklaştırırken, her iki tarafta da değer
kaybetmesine, kıymetten düşmesine sebep oluyor.
Batı dillerindeki bazı terimlerin bizim kültür
hayatımızda karşılığı ve de
yeri yoktur. Müslümanı, hıristiyan terminolojisine
ait olan “fondamantalist” veya “köktendincilik”le
suçlayanlar, önce kendi “köktendilcilik”lerini gözden
geçirmelidirler. “Sekülerleştirme, dinden
uzaklaştırma politikası uygulayanların en
önemli araçlarından biri dildir, ondan dini ve dine ait
olanı ayıklamadır. Bizim ülkemizde de
yaşanan budur, giderek dil seküler hale gelmekte, dil
dinden uzaklaştırılmakta...” (Prof. Hayrettin
Karaman, Yeni Şafak, 23.01.05)
22.01.05 tarihli Milliyet Gazetesi’nde Taha Akyol, “Türkçe,
Türkiye, Azerbaycan” başlığıyla
devam ettirdiği köşe yazısını, “Dilini
bizim gibi katleden bir millet var mı?!” cümlesiyle
bitiriyordu. Akyol’un makalesinin devamında bugünkü Türkçe’nin
bize ızdırap veren durumuyla ilgili tesbitlerini
aynen paylaşıyoruz: “Spiker, 1918’de
kurulmuş olan Azerbaycan devletini anlatırken, o dönemin
şiirlerini, konuşmalarını,
yazılarını naklediyor. Düşündüm... Biz
öyle bir Türkçe katliamı yaptık ki,
bırakın kuruluşumuzun belgelerini, Ömer
Seyfettin, Halide Edip, Reşat Nuri, hatta yakındaki
Peyami Safa’nın eserlerini bile yeniden basarken
“arı” dile çeviriyoruz! Bugün Azeri bir genç,
Fuzuli’yi, Ahmet Cevat’ı, Hasan Zerdabi’yi,
Resulzade’yi orijinal dilleriyle okur, anlar, zevk
alırlar. Biz Fuzuli’yi, Ziya Paşa’yı, Ahmet
Haşim’i, Halit Ziya’yı, Mustafa Kemal’i
aynı şekilde okuyabilir miyiz? Asırların
tecrübeleriyle anlam derinlikleri ve nüanslar
kazanmış kavramları ve kelimeleri katlettik;
renksiz, ruhsuz “tilcikler” uydurduk. O yüzdendir ki,
ayrıntıları göremeyen, ak-kara ikileminden çıkamayan,
yüzeysel bir düşünme tarzına kapıldık.
Artık “hücum, taaruz, tecavüz”, hepsi
“saldırı”dır. “Sebep olmak, yol açmak, yüzünden,
dolayısıyla, sebebiyet vermek...” Artık hepsi
“nedeniyle, neden olmak”tır! Her Azeri’nin çok
rahat anladığı Mehmet Akif’in “Çanakkale
Şehitleri”nin hatta, “İstiklal
Marşı”nın diline biz
yabancılaşıyoruz.”
İmparatorluğun çökmesinden sonra dünyayla yeniden
tanışan Türk insanı, değişik ülkere
yerleşmeye devam ederken, iletişim
vasıtalarının gelişmesi, bilgi
ağının kurulmasıyla da (Türkiye’de
olsak bile) her türlü dilden ve kültürden dünyayı
evimize taşımış durumdayız. Bu
gelişmeler karşısında dil birliğimiz
korunamazsa, millet olma özelliğimizi hem içeride, hem
dışarıda zamanla kaybedebiliriz. Geçmişle
şimdiki ve gelecek kültür değerlerimiz
arasındaki köprüyü sadece muhafaza altına
alınarak yaşayan ve yaşatılan Türkçe
kurabilir.
Not: Konuya
“Dil Olmadan Din Olmaz” olarak devam edeceğiz.
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
SAYFA
BASI
|