DİLİMİZ
- DİNİMİZ
Konfiçyus`a
sormuşlar: Seni bir devletin başına getirseler
ilk önce ne yapmak istersin?
-Önce
o milletin dilini düzeltirim.Bana da birisi dese; Şimdi
baklayı ağzından çıkarabilirsin. Ne
diyeceksen de!
-Dilinizi eşek arısı soksun emi! Derdim. Bu
bedduayı önce Türkpartner`de uyduruk-kıytırık
kelimeler kullananlara sonra da dilimizi kuş diline çeviren
"aydın", siyasetçi, bürokratlara ederdim.
Dil,
bir milletin en önemli ortak değerlerinin başında
gelir. Dilinizin bozulmasıyla beraber diğer değerleriniz
de bozulmaya başlar. Nesiller arasındaki bağlantı
kopmaya başlar. Kültür tarihinize mal olmuş
eserleri anlamakta zorluk çeker, şairinizi, yazarınızı
ve onların eserlerini hem kitaplığınızdan
hem de kafanızdan çıkarır, rafa kaldırırsınız.
Dil hazinenizden zamanla bazı kelimeler kaybolur gider.
Siz farkında olmazsınız. O kelimeler ki, yüzyıllar
ötesinden yoğrularak gelmiştir. Kendisi bir kelime
ama size birçok şey anlatır. birçok şeyin çağrışımını
yapar. İşte o yeri doldurulamayacak kelimelerle
birlikte sizden de birşeyler eksilmeğe başlar.
Sonra bakarsınızki karşınızda zevksiz,
renksiz ve dilsiz bir nesil duruyor: Cebindeki paranın
sayısı kadar kafasında kelime yok. Akordu bozuk
saz gibidir. Tangur-tungurdan başka birşey duymazsınız.
Her iki kelimeden birisi "şey", "yani"
diye ağzından çıkar. Anlıyamazsınız....
Ne dili ne de düşüncesi berraktır.
Hele
bir de Avrupa`da yetişenleri buna ilave edin. Ve anlaşın
ve anlayın şayet anlaşabilir , anlayabilirseniz.
Ve anlatın, şayet anlatabilirseniz. O halde: Hiç değilse
yazar-çizer takımımız Türkçe`yi yazarken ve
konuşurken mümkün olduğu kadar düzgün kullansa.
Meselâ, misal ile örneği birbirine karıştırmasa.
Seyretmek ile izlemenin değişik manalar ifade eden
kelimeler olduğunu farketse... En önemlisi, bir çok
konuda kendi değer yargılarını ön plana
çıkaranlar dil konusunda da düşüncelerine ters düşmeyecek
bir çizgi takip etmeli, kendilerini zorlamalıdırlar.
-Efendim,
bu kelimeler dilimize yerleşmiştir artık.
Yani, yapacak bir şey yok (?) Madem bu konuda teslim
bayrağını çekiyorsunuz, o halde oturun oturduğunuz
yerde! Hangi davadan, mücadeleden dem vuruyorsunuz? Sizin M.
Akif`i, Yahya Kemal`ı, N. Fazıl`ı, A. N. Asya`yı,
Ömer Seyfettin ve daha nicelerini yeni nesillere anlatma diye
bir derdiniz yoktur. Allah`a çok şükür ki, din kültürümüzü
ayakta tutan "köşe taşları" henüz
daha bu dil kıyımına karşı
durabilecek alt yapıya ve şuura sahiptirler.
O
biçim Türkçe konuşan, yazan ve o biçim okuyanlar,
Yunusları okuyamaz, Karacaoğlanları dinleyemez
ve en güzel Türkçe`yle Kuran mealini anlıyamazlarsa
bunun vebali kime aittir? İddia ediyorum: Diline sahip çıkamayan
dinine de sahip çıkamaz.
Latince
bu gün konuşulan bir dil değildir ama hıristiyanlığı
latincenin dışında aramaya kalkarsanız öze
inişiniz mümkün olmaz. Eski Yunanca da aynı şekilde
Batı kültürünün vazgeçemeyeceği unsurlardan diğeridir.
Batı, ölü bir dili diri tutmaya çalışırken
biz, dipdiri bir dili gün geçtikçe öldürüyoruz.
Hıristiyanlığı
öğrenmek için batı dillerinden birini öğrenmeniz
yeterlidir. Çünkü, bu dillerden herhangi birisi sizi o
kaynağa götürecek şekilde korunarak gelişmiştir.
Fakat bu dillerin herhangi birisiyle siz Islam kültürünün
kaynağına inemezsiniz. Bunun için ya Arapça ya da
Farsça veya Türkçe bilmeniz gerekir. Batı Dünyası`ndaki
şarkiyatçılar yukarıdaki dillerden en az
birini mükemmel bir şekilde bilirler. Onlar da ancak
bizim bu dillerimizin birisi vasıtasıyla İslam
ile bütünleşen, zenginleşen Şark Kültür`ü
kaynaklarına inebilirler.
Onun dışında, yukarıda ifade ettiğimiz
gibi, bir Almanca veya İngilizce bilmekle bindörtyüz
senelik birikimi doğru öğrenmeniz mümkün değildir.
Çünkü, o ruhu ancak yine o dille anlayabilirsiniz. Başka
türlüsü mealen tercümeden öteye geçmeyen teknik bir
şey olur.
Anlatmak istediğim, kaygum, endişem, korkum özet
olarak şudur:
Ana dili Türkçe, Farsça veya Arapça olan ama öz dilini
yarım-yamalak konuşanların dinlerini de
dillerini konuştukları kadar öğreneceklerdir..
Yani yarım-yamalak dil ve yarım-yamalak din.
Çaresi:
Ana dilini doğru-düzgün öğrenerek yaşadıkları
toplumda silik bir şahsiyet olmaktan kurtularak, şahsiyet
sahibi bir kişi olarak yaşadığı
topluma ve dolayısıyla dünyaya renk katan, tek kültürlülükten
çok kültürlülüğe katkıda bulunan, mensub olduğu
dinin (İslam) manevi değerleriyle de hem bu dünyası
hem de ahireti için kendisini tamamlayan nesillerin yetişmesini
sağlamaktır.
Aksi halde; Ne kadar dil, o kadar din.
Yazarın
diğer
yazıları:
Dünyanın
gündemindeki İslam ve Müslümanlar
11
eylül ve sonrası
Gönlünüz
rahat mı?
Dibe
Vurmadan Düze Çıkmaz
Taşralılar
Bizimkiler
Mülakat
"KUTLU
DOĞUM" VE İNSANLIK
Dilimiz
- Dinimiz
Geleceğimiz--Teminatımız
Utanmak
"Kadına
Özel"
Odak
Noktamızdaki İnsan
Hasbihal
- 2
Toplumun
Aynası
Hasbihal
Okuyormusunuz?
|