Batı’nın Şarklısı veya
Şark’ın Batılısı
Diğerlerini
bilmem ama Türkiye Cumhuriyeti okumuşunun (istisnalar bir
kenara) en büyük eksikliği, kendi klasiklerini bilmesi
gereken seviyede ve zamanda bilmemiş olmasıdır. Bu hükme
ancak Batı’yı tanıyınca varabiliyorsunuz; çünkü Batı, önce
kendi klasiklerini sevdi, sahiplendi, değer verdi ve bizim
gibileri de, bazen gereğinden fazla Batılı klasiklere
yönlendirmesini, hayran etmesini ve öğretmesini bildiler.
İşte tam da bu safhada biz yine bizimkileri ihmal ettik ve
buyüzden millet olarak ağır bir bedel ödüyoruz.
Türk medyasının meşhur köşe yazarlarından birisi;
“Cihan-ârâ cihan içredür arayı bilmezler
Ol mahiler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler”
mısralarını köşesine taşımış ve şiirin Fuzuli’ye ait
olduğunu belirtmiş. Bir başka köşe yazarımız da, yine aynı
mısraları günlük makalesi içinde kullanırken, Divan Şairi
Nabi’ye ait olduğunu zikretmeyi ihmal etmemiş. Edebiyat
içerikli bir inter sitesinde aynı mısraların şairi olarak
Naili diye bir isim verilmiş. Hatta Yunus Emre’ye ait
olduğunu söyleyenler bile var. Fakat edebiyat kaynakları bu
şiirin Hayali’ye ait olduğunu söylüyor.
Bir edebiyat klasiğimizin dillerden düşmeyen bu beytinin
başına gelenleri, bize mahsus bir ‘klasik’ diyerek
kendimizle alay mı etsek, yoksa maziye olan aldırmazlık
karşısında kendimizden utansak mı? Aslında belirsizliğin bu
kadarcığı bile bizim anlatmak istediğimizi çok belirgin bir
şekilde ortaya koyuyor ama bizim anlatmak istediğimiz, daha
farklı bir şeydi:
“Cihan-ârâ cihan içredür arayı bilmezler (Dünya süsü dünya
içindedir, süsü bilmezler)
Ol mahiler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler (O balıklar ki
denizde yaşarlar, denizi bilmezler)” mısralarıyla yazımıza
giriş yaptıktan sonra esas üzerinde duracağımız meseleye
gelecektik. Velâkin biraz uzunca girizgâhımızdan sonra;
deryada üzen balıkların, içinde yüzdüğü deryanın farkında
olmadığı, kıymetini bilmediği gibi, biz Türkler de sahip
olduğumuz kültür mirasının kıymetini bilmekte pek mahir
değiliz. Ancak ülke dışında, başka bir kültür coprafyasında
insan bu eksikliği hissetmek istemese de, elinoğlu size öyle
bir hissettiriyor ki, enternasyonalistçiler ve bunlara
ilaveten, “kıble”sini Batı’dan yana tercih etmişler bile
kültür milliyetçisi oluverirler farkında olmadan.
Bazen şu, “Şark’ı Garp’ta keşfetme” olarak nitelendirdiğimiz
hadise, esasen kendimize, yani şuuraltından kültürel
kodlarımıza yönelme gayretlerinden başka birşey değildir.
Ne var ki, ne kadar Şarklı olduğumuzdan bağımsız olarak, biz
de çoğu kez ölçüyü kaçırıyoruz. Bir yere kadar ruhunun
derinliklerine kadar kendini Batılı hisseden ve
şartlandıranlar, o ‘kırılma noktası’ndan itibaren ani bir
dönüşle, Batı’nın bütün güzelliklerini göremez olur, çünkü o
Batı’ya gönül koymuştur; sevmiyor artık!
Şarklının
gönül koymasını, kendi rasyonelliğiyle izah edemeyen ve
litaretüründe karşılığını bulamayan Batılı ile Şarklı’nın
özündeki farklılık burada ortaya çıkar. Akıl ve gönül
arasındaki irtibatı veya mesafeyi de ayarlamayı pek
beceremeyen bizler için bu sefer de Divan Şairi Hayali’nin;
“Ol mahiler ki derya içredür, deryayı bilmezler” sözü
devreye girer.
Bir zamanlar içinde yüzdüğü derya ile şimdi yüzdürüldüğü
havuzun arasındaki kapasite farkınının deryalar kadar
olduğunu idrak edemeyen balık gibiyiz bazen. Bazen de, ne
deryanın deryalığından, ne de havuzun havuzluğundan
haberdarız ama yüzüyoruz.
Kendisini hakkıyla tanımayanların, başkalarını hak ettikleri
ölçüde tanımaları beklenemez.
Ülkemizin Batılılaşma serüvenindeki öncü takımına
bakıldığında, bu konuda daha fazla birşey söylemeğe gerek
kalmıyor.
Kendi kültür havzasında yüzmesini bilmeyenlerin yeri,
başkalarının ‘kültür havuz’larıdır. Orada hem yemlenir, hem
yüzdürülürler.
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
Batı’nın
Şarklısı veya Şark’ın Batılısı
Ahlâkî
Kodlarımız
“Globallaşmanın
Pezevenkleri”
Modernizmle Gelen Devrimler
(3)
Modernizmle Gelen Devrimler
(2)
Modernizmle
Gelen Devrimler
Derdimiz
de var dermanımız da...
“Allahsız
Komünizm” ile “Allahlı Kapitalizm” Arasında
“Türkiye
sadece Türklerin değil”
SAYFA
BASI
|