·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  EKONOMI  
·  FIRMALAR  
·  SPOR  
·  YAZARLAR  
·  BASIN ÖZETLERI  
·  COCUKLAR  
·  KADIN & YASAM  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
   
   


  BAKIŞ

               Mahmut Aşkar

 

askar@turkpartner.de


BİR SEN GEL, İKİ DE BEN...

Anadolu’da bir söz vardır: “Büyük küçüğün ayağına gitmez!”. Peki, o “büyük” fakir, “küçük” de zengin ise?... Hele hele bu devirde zengin (yaşça küçük olsa da), fakir büyüğün ayağına gider mi?.. Gitmez! 

Biz de öyle yapmışız: Medeniyetlerin beşiği coğrafyamızın bir parçası olan Anadolu topraklarından bin yıllık Türk-İslâm Medeniyeti’nin mirascıları; yine o topraklar üzerinde kurduğumuz iki büyük imparatorluğun eli nasırlı torunları  olarak zenginlerin ayağına gelmişiz. Anavatan kahır ekseriyetle Batılı olurken, Batı’daki bizler, yine aynı oranda “öz”e dönmüşüz. Bu, şuuraltına yerleşmiş olan “Üstün Batı” akımının teslimiyetci temsilcilerine karşı; sosyolojik bir tepki harekatı olan, “Bir zamanlar biz de millet, hem öyle bir milletmişiz /Gelmişiz dünyaya medeniyet nedir öğretmişiz.” noktasından hareketle, hep ‘bir zamanlar’a takılıp kaldık. Batı’nın bugünkü üstünlüğü karşısında, ‘dün’ü savunmaktan ve ‘dün’e sarılmaktan, ‘bugün’ü tahlil ve takip edemedik.

Bugün’ü kaçırırken, günlük gelişme ve değişmeleri de beraberinde kaçırdık: İlmî gelişmelere paralel olarak teknolojik, sosyal ve siyasi yenilenme ve yapılanmaları, “Yeni Dünya Düzeni”nin toplumlara sunuluş şekillerini de günübirlik takip edemedik. Eğer hazırlanan senaryoların farkında olabilseydik, bize biçilen rolün de farkında olur, ona göre ya tedbirimizi alır, veya hikâyesi (senaryo) ve yönetmenliği tarafımızdan hazırlanan oyunun aktörleriyle beraber rollerini kendimiz tayin ederdik.

Kendimizden kaçış:

Batı, İslam’ı ve müslümanları iyi derecede tahlil ettiği için aynı derecede de tanıyor. Fakat biz Hıristiyan Batı’yı tahlil (inceleme) değil, taklit ettiğimiz için tanıyamadık. Avrupa’da ve Amerika’da onlarca şarkiyat kürsülerine karşı bizde bunun karşılığı kaç tane var? Bizde tabu olan birçok dinî konu ve kaynak Batılı araştırmacıların emrine sunulmuştur. Hatta kendi tarihimizle ilgili bilgilerin çoğunu Batılı tarihçilerden öğrendiğimiz de herkesin malumudur.

Kendisinden bihaber olanların başkalarını tanıması ve hele kendisini tanıtması ne kadar olursa, biz de o kadarını yapmışız demektir. Aynı ülkenin insanları birbiriyle selamı-sabahı kesmiş, felancı, filancı olarak hudutlarını kalın çizgilerle çizmişse, aynı coğrafyayı, tarihi ve dini paylaşanlar birbirini düşman olarak görmüşse, bu manzaradan ne beklersiniz? Eğer bu tablodan diğer kültürler/medeniyetler/dinlerle barışa uzanan el, diyalog bekliyorsanız, yanılırsınız. Yanılırsınız çünkü, bu gerçekçi bir değerlendirme olmaz! Ancak, bir arzu, istek, olması gereken, olabilir.

 Şehrinize üst seviyede bir devlet veya hükümet temsilcisi gelse, onunla tanışmak, kendisini ona tanıtmak için insanların nasıl kuyuğu girip, sıra beklediklerini bilirsiniz. O herkes tarafından tanınan insanla tanışmaktan bir beklentisi olanlar, sıraya girip bekleme külfetini de göze alırlar. Çünkü, onunla gerçekleşecek tanışıklıktan çıkar hesapları yapılmaktadır. Devletler, milletler ve dinlerarası tanışmalar, dostluk kurma çabaları da aynı menfaat temelleri üzerine kuruludur. Bazen dünyevi, bazen de uhrevi beklentiler ön planda olabilir. Dinlerarası samiyet, dostluk köprülerin kurulması, her iki tarafın da huzur ve barıştan yana menfaatleri olacağının göstergesidir.

Azgelişmişlik ezikliği:

Yazımızın başındaki sözü tekrarlıyalım: Büyükler küçüklerin ayağına gitmez! Tıpkı, her ülkeden hükümet veya devlet başkanının  “Beyaz Saray”a gitmesi gibi. Batı her ne kadar “dinlerarası diyalog” dese de, bundan kasteddiği; müslümanların adım atması, yaklaşmasıdır. Biz iki adım atarken, onların –en azından- bir adım atmasını beklemek en tabii hakkımızdır, fakat yapmazlar! Yapar gibi görünseler de yapmazlar! Çünkü, (kendisine göre) buna ihtiyacı yoktur. Üstünlük psikolojisinin verdiği “büyüklük” buna engeldir. Bendeniz de bir kuruluşu temsilen dinlerarası diyalog türünden platformlara katılıyorum. Bir ucundan diğer ucuna kadar ne kadar müslüman kökenli kuruluşlar varsa oralara davet edilirler. Bunların yanısıra Alman kiliselerine bağlı kuruluşların temsilcileriyle bol miktarda Almanya İçişleri Bakanlığı’na bağlı “görevliler” de toplantıları pür dikkat takip ederler. Bolca bizi konuşturur ve dinlerler. Ezile büzüle kendimizi anlatır, sıkıştığımızda hadisler ve Kuran’dan ayetlerle dinimizin ne kadar demokrat, höşgörü, barıştan yana, kadın haklarını savunan bir din olduğunu izaha çalışırız.

Başkalarını –bu gidiş, bu zihniyetle- zaten ikna edemiyoruz, bari kendimizi kandırmayalım:
Bizden yaklaşım, diyalog için adım atmamızı bekleyenler, bizi (dinimizi) tanımak, ikna olmak, “biz de hıristiyanlar olarak şurada hata yaptık” türünden samimi bir itirafta bulunmak gibi bir niyetleri yoktur. Tam tersine, kendilerinin haklı olduklarını bize teyid ettirip, bizim de kendi yanlışımızı yine kendi ağzımızdan itiraf ettirerek, bizi istedikleri kalıba oturtmaktır. Çünkü, başta söylediğimiz gibi, senaryoyu yazan onlar, kimlerin hangi rolü oynayacağına da daha önceden zaten kararı vermişlerdir. Bizim bu karara itirazımız olsa da, değiştirme şansına sahip değiliz.

Batı’nın gündeminde İslamiyet’le barışmak gibi bir konusu yoktur! Batı’nın niyeti, İslamiyet’i, buna bağlı olarak da müslümanları, kendisinin tasarladığı bir kalıba oturtmaktır. Bunun benzerini, ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”nde ve AB’nin, Türkiye’nin Tam Üyelik sürecinde güttüğü siyasette de görmek mümkündür. Bunu, ömrünün 32 senesini buralarda geçirirken, gelişim ve değişimleri kendi çapında takip etmeğe gayret eden bir insan olarak iddia ediyorum. Bu iddiamız, bazılarına “radikal”, “uzlaşmasız tavır” olarak gelebilir. Müslümanların (eksiği ve noksanıyla beraber) bütün iyi niyetli gayretlerine rağmen, kıta Avrupa’sında ve dünyanın değişik yerlerinde müslümanlar aleyhine gelişmeler maalesef bizi doğruluyor.

Yapılması gereken ne?

Kendisiyle barışık olmayan, kendisini (hiç olmazsa Batı’nın tanıdığı kadar veya Batı’yı tanıdığı kadar da kendisinden olanı) tanımayan müslümanları, dünya konjüktüründen kaynaklanan, bir dayatmayla karşı karşıya getirerek, “hadi Hıristiyan Batı’yla barışın!” demek, gerçekçi bir yaklaşım olmaz, çünkü: Gönlünü, kafasını, yurdunu onyıllardan beri Batı’ya ve Batılı olan herşeye açmış olan müslümanları hayal kırıklığına uğratan, döven, hor ve hakir gören, hatta evini-barkını başına yıkarak onları kendi evlerinden kovan yine Hıristiyan Batı’dır. İlimde, teknolojide ve iktisatta ileriye giderek büyük, hatta süper büyük olanlardan, adil ve mütevazi olmayı beklerdik. Yaptıklarından ötürü özür dileyerek, gelin barışalım, demelerini beklerdik.

Bütün bunlardan bağımsız olarak, günümüz müslümanlarının başka dinler ve kültürlerle diyalog çerçevesinde çok büyük eksiklik ve yanlışlıkları vardır. Yukarıda izahına çalıştığım hal-i perişanımızdan kaynaklanan sebepler önümüzdeki en büyük engelimizdir. Şu anda hakim Batı Medeniyeti’nin müslümanlara tepeden bakması bir bahane değil, vakıadır. Aynı şekilde; kendi içine kapanık, kendisi ve kendisinden olanla cedelleşen bir İslam Dünyası da bir başka vakıadır.

Kırk seneyi aşkın bir mazisi olan Batı Avrupa Müslümanları’nın içinde bulunduğu ruh hali ise; kelimenin tam manasıyla trajedidir: Avrupa’nın göbeğinde kendi küçük dünyasına kapanarak, kapısının önünde olan bitenden habersiz, günlük hayatın gerçeklerinden uzak, tamamıyle basmakalıp-beylik nutuklarla hadiselere (yönlendirilerek) yaklaşan hakim bir zihniyetin bizi getirdiği nokta, olmamız gereken yerden çok uzaklardaki bölük-pörçük halimizden başka birşey değildir.

Biz kendimizi takdim etmek, anlatmak gibi bir meseleyi gündemimize taşımadığımız için, başkaları işine geldiği şekilde bizi tarif/izah etmiş, biz de; “bu haksızlık, iftiradır, bu anlatılan ben deiğilim” desek de, iş işten geçmiş ve o malûm tarif şekli sokaktaki Batı insanın kafasında normlaşmıştır.

“Önce ben, müslüman olarak üzerime düşeni yaptıktan sonra, başkalarının benim hakkımda verdiği karara bakmalıyım.” prensibinden hareket edecek olursak, herşeyden önce taşıdığımız değerleri hakkıyla temsil edebilme noktasında kendimizi tartmalı ve sorgulamalıyız.

Kanaatimizce bugünün müslümanın en büyük sıkıntısı, temsil yeteniğenden uzak bir noktada olmasından kaynaklanıyor. İslam’ın tanıtılmaya, anlatılmaya ihtiyacından ziyade ehil temsilcilere ihtiyacı vardır. Dinlerarası diyaloğun tılsımlı sözcüğü de, hakkıyle “temsil”dir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI:

   
SAYFA BASI

| Ana Sayfa | Haberler| Gazeteler | Ekonomi | Firmalar | Spor | Yazarlar 

Copyright © Mima Datentechnik / Jülicherstr.20 / 52070 Aachen / Deutschland
Tel:
+49 (241) 900 57 50 (pbx)  Fax: +49 (241) 99 777 57  
e-posta:
info@Turkpartner.de
Bu site Mima Datentechnik Internet Servisi tarafýndan hazýrlanmaktadýr

Mahmut Aşkar
Bir sen gel, 
iki de ben...
Sebahattin Çelebi
Sensizliğe
Üzeyir Lokman  Çaycı
Gurbet ve Tutkular
Şensel Aşkın
Bütün Duygularım
Dr. Nebil Bozdoğan
Burun estetiğinde modern yaklaşım
Şefik Kantar
Almanya’da Türk Adası
Yılmaz Kuzucu
Batıdan bir iç muhasebe
Hidayet Kayaalp
Ne yoksuluyuz biz?
Alperen Çelik
Yeni Vietnam IRAK
Fikret Ekin
Bir Konuşmaya Notlar..
İsmail Altıntaş
İslâm Dininin Engellilere Sağladığı Kolaylıklar
Sizden Biri
Gurbet
Latif Çelik
Aynı acıyı duyanlar en samimi olanlardır
Muhsin Ceylan
Temennim, haksız çıkmak!
Ali Kılıçarslan
Doğru yazalım, doğru konuşalım!
Ozan Yusuf Polatoğlu
Seçim Şakası
İsmail Tüysüz
Yılbaşı ve noel kutlamaları hakkında neler biliyoruz
Ayten Kılıçarslan
Azınlık Türk kadın hareketi var mı?
Fazlı Arabacı
Yaralı bir bili