BAKIŞ
Mahmut Aşkar
|
|
askar@turkpartner.de
|
Divan Sohbetleri
Her Pazar
Saat: 20.00
"türkshow'da"
Ahlâk Kirlenmesi
Helâl ile
haram arasında bir “tampon bölge” vardır. O bölgenin arasıra
da olsa ihlali, zamanla harama geçişin önhazırlık safhasına
hizmet ederek alışkanlık meydana getirir. İnsan hayatındaki
bazı alışkanlıklar ise, belli bir müddet sonra
“normal”laşırlar. İşte böylece haramlı bir hayat biçimi
artık o kişi için sıradanlaşmış ve olağanlaşmıştır. Önceleri
kişinin şahsında veya mensubu olduğu toplumun değerler
dünyasında (kültürerel hayat) “haram” veya “günah”
statüsünde muamele gören hal ve hareketler, daha sonraları
(adamına göre) ya din veya çağdaşlık kılıfına sokularak
“kanıksanır” ve de, “kanıksatılır”. Bazı mikroplara karşı
bağışıklık kazanan insan vücudu gibi, toplumun millî bünyesi
de, birtakım haramları bundan sonra helalmış gibi, birtakım
günahları da, ya “zararsız” olarak değerlendirmeğe tabii
tutar, ya da “modernlik” adına artık böylesi kavramların
saçmalığına inanır.
Bu değerler bazındaki normatif değişiklikler, “namus” ve
“ahlâk” gibi kavramlara şimdiye kadar yüklediğimiz
mânâlardan sapmalara ortam hazırlar. Bu sapmalardaki açı
giderek büyüdükçe ve sıklaştıkça, “namus kirlenmesi” ve
ahlâkî sapıtmalar da, şahıs veya toplum bazında sıklaşmaya
başlar. Bugün posmodernist toplumlar ve onların benimsediği
hayat tarzının tesir sahasında kalan diğerlerinde, hayatın
her kesiminde bu kirlenmenin giderek artışı, endişe verici,
ürkütücü ve insanlık adına utanç verici bir hâl almaya
başladı. Önce hava, su ve toprak gibi bütün canlıların
yaşayabilmeleri için olmazsa olmazlarından olan elementleri
kirlertik. Son yıllarda milletlerarası camianın en çok
konuştuğu ve tartıştığı konu, “Çevre Kirliliği”dir. Çevreyi,
yani yaşadığımız dünyayı kirleten insandır! İnsanın kendisi
kirlenmeseydi çevre hiç kirlenir miydi? En çok çevre
kirliliğine sebebiyet verenler, sanayileşmiş toplumlar
olduğuna göre; diğerlerinden daha çok yıkanan, tertemiz
kıyafetler giyen, herşeyiyle daha sıhhî (hijyenik) bir
hayat sürenler çevreyi niye daha çok kirletmiş olsunlar,
diye de insanın aklından gayriihtiyari bir soru geçiyor.
Başka bir ifadeyle; şu pırıl pırıl görünümlü “modern”,
“çağdaş”, “medeni” ve de zengin insanların çevremizi bu
denli kirletmelerini hafızamız almıyor desek yeridir.
Niyet kötü olunca...
Modernlik, çağdaşlık veya medenilik gibi kavramların
çerçevesini çizen, içini dolduranların bir kesiminin vicdanı
körelmiş ve niyeti bozulmuştur. Vicdanı körelmişlerde acıma
ve merhamet duygusu olmaz. Niyeti bozukların ahlâkı da
bozuktur. Ahlâkı bozuklar bir sepet elmanın içindeki
çürükler gibidirler: Zamanla toplumun tamamına sirayet eden
kirlenmelere sebep olurlar ki, buna da ahlak kirlenmesi
denir. Şayet temiz ahlak sahipleri çoğunlukta olmalarına
mukabil, içlerindeki bozuk ve çürüklerin üstesinden
gelemiyor, tecrit edemiyorlarsa, zamanla bu leke büyüyerek
bütünü kaplar ve bu sefer ‘toplum kirlenmesi’nden bahsedilir
olur. Netice itibariyle, isanoğlunun önce kendisini daha
sonra da diğer hemcinslerini kirletmesiyle başlayan süreç
kısa zamanda çevreyi ve zamanla evreni kaplar. Bugün
medenilik birinciliğini kimseye kaptırma niyetinde olmayan
ülke ve toplumlar bu kirliliğin baş müsebbipleridirler.
Namussuz veya ahlâksıza karşı temkinli ve tedbirli
olursanız, muhtemel tehlikeyi en azından kontrol altına
almış olursunuz. Onlar bildik isimler, tanıdık simalardır:
Biri “mahallenin hırsızı”, ötekisi, “şehrin fahişesi”,
diğeri de, herkesin bildiği “pezo”dur. Türkçe’de ahlak
sahibi olmayana, “ahlâksız”, namus mefhumu gibi bir
erdemliliği tanımayan, yok sayan veya değersiz görenlere de,
“namussuz” denir. Hak etmediği halde başkalarına ait olan
malı, parayı veya hizmet karşılığını değişik yollarla
gaspedenlere de, “hırsız” denir. Buraya kadar herkesin
bildiği şeyleri tekrarlamış olduk. Ama bizim asıl meselemiz
fert ve toplum olarak; namuslu, ahlâklı ve dürüst görünüp de
tersini yapanlarladır. Son yıllarda ülkemizdeki “ahlâk
kirlenmesi”, “iman soğuması” veya “fikir kirlenmesi” gibi
kavramlar, gelişmelere paralel olarak oluşmakta veya
oluşturulmaktadırlar. Olmayan birşeyin kirlenmesi bahis
konusu olamaz. Hava, su veya tabiat olduğu için havanın,
suyun veya tabiatın kirlenmesinden bahsedebiliyoruz. Bu
noktadan hareketle; topumlarda var olan “ahlâk” veya “namus”
gibi kavramlar önceden olduğundan dolayıdır ki “ahlâk
kirlenmesi” gibi, fikir, namus ve daha nice erdemlerin
kirlenmesinden yakınmaktayız.
Önce ahlâk sonra çevre kirletildi
Çevre kirliliğiyle ahlâk kirliliği birbiriyle doğrudan
bağlantılı, ilişkili konulardır. İnsanın yaratılışında, yani
orijininde varolan namus, ahlâk, iffet, dürüstlük,
merhametlilik gibi özelliklerin kirletilmesiyle başgösteren
beşerî kirlenmenin doğurduğu sonuç, çevre kirlenmesidir.
Varoluşundaki özelliklerin zamanla kaybolması insan denilen
mahlûkatta beşerî dengesizlik meydana getirir. Sözkonusu bu
beşerî dengesizlik ise, ekolojik dengesizliğin asıl
sebebidir. Çevreyi kirleterek ekolojik dengeleri altüst eden
insan, ilk tahribatı kendisnde yaptı. Kirlenen çamaşır
yıkandığında temizlendiği gibi, kir ve terden kokan
vücudunuz da adamakıllı bir yıkanmadan sonra tertemiz olur
ve gül gibi kokar. Ama kirletilen namusu, kirletilen ilmi
veya kirletilen imanı nasıl ve ne ile temizleyeceksiniz?...
Midemizi bulandıran, beynimizi çalkalandıran şey, üstübaşı
kirli, fakir-fukaradan gelen koku değil! Bilâkis, pırıl
pırıl giyimli, bakımlı ve parfümlü insanların, ahlâk ve
vicdan kirlenmesinin neticesi olarak çürümeğe yüz tutmuş
zihniyetin etrafa saçtığı kokuşmuşluk kokusudur.
Hem “namus bekçiliği”ne soyunan hem ortam ve fırsatını
yakaladıklarında elin namusuna göz dikenlerle, hem
“vatansever” hem de şahsî çıkarları uğruna vatanın havasını,
suyunu kirleten, toprağına gaspedenlerle, hem dindar hem de
din üzerinden güç ve servet kazananlarla fert ve toplum
olarak görülmesi gereken hesabımız olmalıdır. Hâyâ perdesi
yırtılmış bir “medeniyet” anlayışının arsız temsilcilerinin
tehditi altındayız. Batı dünyasının zengin ve “medeni”
ülkelerinden üçüncü dünya ülkelerine uçaklarla “seks
turizmi” seferleri düzenlenmekte ve diğer taraftan, İnterpol
dehşet verici bir boyutta artış gösteren “çocuk
pornografisi”ne karşı çaresiz kalmaktadır. Bu yazının kaleme
alındığı saatlerde Alman medyasında bir araştırmanın
ürkütücü sonuçları genişce yer almaktaydı: Avrupa
ülkelerindeki gençlik arasında yapılan bir araştırmaya göre
hapların körüklediği seks, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı,
tüketimi Avrupalı gençleri ahtapotun kolları gibi sarmış
durumda. Yine bu konuyu yazmaya devam ederken, biraz temiz
hava tenefüsü için kendimi dışarı atıyorum. Kızım yaşında
genç kızların otobüs beklediği duraktayım: Duraktaki panoda
kızım yaşında birisine giydirilen iç çamaşır reklamını
görmemezlikten gelmek mümkün değil. Almanya’nın hemen her
şehrinde şubeleri olan bu giyim firması aslında kadın iç
giyiminden ziyade, kadın ve erkek üst giyimi çeşitleriyle
tanınır. Duraktaki bir yaşlının ayaküstü okumakta olduğu
gazetenin iri puntolarla attığı başlığa gözüm takılıyor:
“Sapık baba 24 yıl kendi kızına tecavüz etti”. Bir an midem
ağzıma geliyor, hem babalar hem de tüm insanlar adına hicap
duyuyorum. Aynı gazetenin ilk sayfasının tam ortasında yine
gencecik, çıplak bir kadın resmi...
Durakta otobüs beklemekten vazgeçerek oradan uzaklaşırken,
ülkemizin “çok satan”ları arasında yer alan bazı
gazetelerinin hep aynı yere koydukları seksî kadın pozları
gözümün önüne geliyor. “Vahşi Kapitalizm”in elindeki en
etkili reklam aracı kadını, erkeğin ve paranın hükmettği bu
girdaptan kurtaracak yine kadının kendisidir.
(Not: Konuya devam edeceğiz)
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
Ahlâk
Kirlenmesi
Göç
Sürecinde Kültürel Kimliğin Oluşumu
Türk
Olmasın da....
İslâm’ı
Avrupalılaştırmak ya da...
Seçkinler
ve Halk
Hüseyinleşmek
(3):
Haktan ve Halktan Yana Olmak
Hüseyinleşmek
(2):
Hayatın İki Tezatı
Hüseyinleşmek
Dinamiklerimizi
Dinamitlemek
Treni
Yine Kaçırdık
Görmemişin
Oğlu
Aşk
Medeniyeti
Türk
Olabilmek ve Türk Kalabilmek
Nasıl
Bir Türkiye?
Bölünen
Benim, Memleket Değil!
Yeni
Bir Dönem Başlarken
Savunma
Hattındaki Türkler
SAYFA
BASI
|