BAKIŞ
Mahmut Aşkar
|
|
mahmut.askar@t-online.de
|
Toplandık da N’oldu?...
Yine nutukların atıldığı, birilerinin ortak
değerlerimiz üzerinden kendini, birilerinin de yine;
resimli, kameralı her toplantıdan toplantıya varlığından
haberdar olduğumuz derneği üzerinden kendini “pazarladığı”
bir buluşmayı daha geride bırakmıştık. Toplantının sonuna
kalanlardan bazılarıyla bir masa etrafında oturmuş sohbet
ediyorduk. Genç bir hanımefendi, toplantıda siyasî cenahtan
birisinin itinayla seçilmiş sıfatlarla mikrofona davet
edilerek başladığı konuşmasında bahsettiği, “eylem planı”
tavsiyesine istinaden sordu: Şimdi eylem planımız ne olacak?
Anlaşılan bizi “dizayn” etmekle görevlendirilmiş kişiye
sorsaydın ya, diyecektim fakat demedim.
Geride bıraktığı onyıllar içinde sayısını bilmediği nice
biraraya gelmeler, buluşmalar ve birlikte adım atmalar’ın
canlı şahidi olmuş birisi olarak, acı acı gülümsedikten
sonra; “Hani birisi, karşısındakine heyecanlı heyecanlı bir
hadise veya hikâye anlatır, anlatır, anlatır da, bir türlü
sonunu getiremediğinden meraklı dinleyici sorar ya; ‘Sonra
n’oldu?’ diye... Şimdi ben de benzeri bir soruyu kendi
kendime soruyorum: Toplandık da ne oldu?” dedim.
Evet... Bahsekonu etkinliklere katılanlar kendi arşivlerine
bir göz atsalar; hangi tarihlerde kimlerle yanyana resim
çektirdiklerini ve gazete manşetlere hangi konuların
taşındığı görmüş olacaklar. Ve yine o sözlerden hangisinin
veya ne kadarının fiiliyata (eyleme) dönüşüp dönüşmediğini
ellerindeki gazete küpürleri belgelemiş olacak. Demem odur
ki, Almanya’daki Türklerin meseleleri üzerine konuşulmadık
söz, teklif, temenni ve verilmedik vaad kalmadı. Genç kadına
dediğim gibi; şimdi zurnanın zırt dediği, bıçağın kemiğe
dayandığı, konuşulanların bir hükmünün ve inandırıcılığının
kalmadığı bir yerdeyiz artık...
Bir gün vicdanımın isyanını şöyle dillendirmiştim: Bu
toplumun ortak değerleri, mukaddesleri üzerinden mensubu
olduğu grubu, kuruluşu veya şahsını biryerlere taşımak, bu
değerlerin üzerine basarak yükselmek niyeti ve cihetinde
olanlara, kültürel varlığını kaybetme tehlikesiyle karşı
karşıya olan nesillerimiz adına hakkımı helâl etmiyorum.
Allah indinde onlardan şikâyetçi, Hesap Günü’nde davacıyım!
Dedin de ne oldu diye sormayın... Hiç kimse tınlamadı!
Sadece kendi grubunun veya camiasının değil, mensubu olduğu
toplumun da ortak değerlerini, mukaddeslerini omuzlayıp,
hedefe taşıyanların bizatihi kendileri omuzlarda taşınmaya
layık insanlardır. Peki bu değerlerimizi ağzına gözüne
bulaştıran, diline pelesenk edenler?... Onlar, bir toplumun
varlık sebebi olan değerlerini değersizleştirdiklerini ve o
değerler üzerinden yükselmeğe yeltenenlerin aslında
alçaldıklarını bilmiyorlarsa, birileri çıkıp bunlara haddini
bildirmesi gerekmaz mi?...
Baskın kültürün cenderesinde soluğu kesilmek üzere olan 3.
ve 4. kuşak Avrupa Türkleri adına şaha kalkan vicdanım,
bütün gayretime rağmen, kısa hitabetimde ifade tarzıma
yansıyarak beni ele vermişti. Samimiyetine inandığım birisi
yanıma geldi; “Endişlerinizi anlıyorum fakat mücadeleyi de
elden bırakmamak gerekir.” dedi. Ben de; “Artık birilerini
taşıyacak gücümüz de, sabrımız da kalmadı!” dedim.
Avrupa’nın Göçmen Türklerine bihakkın hizmet edenlere
“ayakbağı” olmanın ötesinde bir özelliği olmayan, şahsî
kaprislerinin tutsağı olanları içimizden ayıklamadığımız
müddetçe, kendi kendimizle cedelleşerek zamanımızı,
enerjimizi ve istikbalimizi kaybediyoruz.
Bir toplumun ha bire millî-manevî hassasiyetleriyle
oynanırsa, o toplum zamanla duyarlılığını kaybederek, sinir
uçları köreltilmiş bünyeye dönüşür. Bizi birbirimize
yaklaştıran, kenetleyen “millî” ve “dinî” değerler olduğu
gibi, bizi birbirimizden uzaklaştıran, zıt kutuplar hâline
getiren sebepler de yine, bu değerlere farklı mesafede
oluşumuzdan ve farklı açılardan bakışımızdan
kaynaklanmaktadır. Cumhuriyet Türkiye’sinin özellikle son
kırk yılı, bu iki ana kavram etrafında kopardığımız
fırtınada millet olarak defalarca savrulduğumuzun şahitidir.
Garp’taki Türklere baktığımızda, anavatandakilerden pek
farkımız olmadığı görülecektir. Bizim hem toplum hem de
millet olarak, hafızamız kadar hazinemiz de bu değerlerde
saklıdır.
Milletimizin meseleleriyle hemhal olmuş, sözkonusu
toplantıda bulunamayan bir dostum da, gönderdiği iletide;
“Toplantıdan ne çıktı?” diye sormuştu. “Toplandık; konuştuk,
konuştuk, konuştuk... Kendisini pazara çıkaranlar bu fırsatı
da kaçırmadılar: Avrupalı Türklerin hayatî bir davasını
kendine binek atı yapanlar emellerine nail oldular. Gazete
sütünlarında, internet sitelerinde ve televizyon
kanallarında arz-ı endam ederek, birilerinin veya
biryerlerin dikkatini çekmek, gözüne girmek isteyenlerin
arzusu yerine geldi. Yarın bu toplantıya dair bazı
gazetelerde göreceğin topluca resim, aslında geleceği
tükettiğimizin vesikasıdır.” dedim.
Geçmişte Avrupa Türklerini, Türkiye siyasetinin dar
kalıplarına sokanlar büyük vebal altındadırlar. Buradan
Türkiye’yi kurtarma mücadelesi vermekten, burayı ve buradaki
kendilerini unuttular. Şimdi son yıllarda özellikle istikbâl
vaad eden yeni kuşakları iktidar nimetlerine iştahlandırarak
teşkilatlandırma gayretleri, son derece hatalı bir yol ve
yanlış bir hedef belirlemesidir! Bu ve benzeri girişimler,
Avrupa Türklerinin kendi ayakları üzerinde durmasına, burası
için düşünce üretmesine engeldir. İşte bu yanlış sinyal,
Türk azınlığın meselesi hâline gelmiş ortak değerlerine
çözüm üretmek yerine, onlar üzerinden kendisine Türkiye
siyasî veya bürokratik hayatında yer edinme gayretlerini
teşvik ediyor. Avrupa Türkü’ne faydası olmayanların, Türkiye
Türkü’ne ne faydası olabilir?
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
Toplandık
da N’oldu?...
Kızılelma
(3): Ebedi İttifak
Yeniden
Kızılelma (2)
Yeniden
Kızılelma
Âlimin
Ölümü...
Kocaman
Araba, Minnacık İnsan
Dreyfus,
İhanet ve Adalet
Ümmet
Ülkücülüğü (*)
Kavmiyetçilik,
Milliyetçilik, Ülkücülük
Serseri
Kurnazlar, Kurnaz Serseriler
Şehirlerin
ve Zihinlerin Gettoları
Kalabalıklar
İçinde Anonimleşmek
“Biz”likten,
“Ben”liğe Doğru...
Arkaik
Toplumlar, Gelişmekte Olanlar...
Memleketin
İki Yüzü
SAYFA
BASI
|