BAKIŞ
Mahmut Aşkar
|
|
mahmut.askar@t-online.de
|
Yeniden Kızılelma
Çöküş döneminin Osmanlı aydını önce, “Osmanlıcılık” dedi,
olmadı... Daha sonra Türk olmayan Müslüman halkların,
Osmanlı Devleti’ne karşı başkaldırması önlenir ümidiyle;
“İslâmcılık” dedi, bu da tutmadı:
“İttiad-ı İslâm (İslâm birliği, panislamizm) ittiad-ı
Osmaniye göre daha dar fakat daha mütecanis (homojen) bir
fert, vatandaşlık, millet ve birlik çerçevesi arayışıdır.
Tanzimat ve eşitlik politikalarının başarısızlığı ve
gayrimüslim ayrıkçılığın azalacağına kuvvetlenmesi Osmanlı
Devleti’ni ve aydınlarını buraya, İslâm birliği fikrine ve
siyasetine getirmiştir. (1)
Arap coğrafyası Batılı güçlerin işgâline uğradı; Osmanlı’nın
geri çekildiği topraklarda sunî devletçikler kurduruldu. En
son çare olarak, “Türkçülük” bayrağı açıldı.
Benim kuşağım, kendisinden bir önceki ”İslâmcılar” ve
“Türkçüler”den, Millî Şef döneminde maruz kaldıkları
baskıları, yasakları ve mahkûmiyetleri okumuş ve
dinlemişlerdi fakat, 12 Eylül 1980 Askerî Darbe’siyle bunun
ne demek olduğunu iliklerine kadar yaşayarak hissettiler.
Daha sonra solun Devrimci, sağın ise Milliyetçi ve İslâmcı
gençliği, hem resmî ideolojiye hem de birbirlerine karşı
verdikleri kavgalarla Türkiye çalkantılı yıllar geçirdikten
sonra bugünlere gelindi.
Bugünler dediğimiz; Cumhuriyet’in ilk yıllarında konulan
bazı tabuların, “açılım”, “demokratikleşme” veya “çözüm
süreci” başlıkları altında yıkıldığı ve kelimenin tam
manâsıyla, her gün ezbere okuduğumuz “andımız” gibi bazı
ezberlerimizin bozulduğu günlerdir. Bir başka ifadeyle; “ 90
yıllık devlet paradigmasının değişmesinden, adeta ters-yüz
edilmesinden bahsediyoruz (2)”. Bugünlerde Ulusalcı kesimle
Milliyetçi kesim değişen Türkiye gerçekleri karşısında yeni
projeler ortaya koyamadıkları gibi, siyasî muhaliflerinin
inadına, unutulmaya yüz tutmuş dünkü sloganlara daha çok
sarılıyor.
Doğrusu, hassasiyetlerimizin odak noktasındaki ve ilgi
alanımzın merkezindeki konular uluorta konuşulurken, bir
başka ifadeyle; biz konuşulup fikriyatımız tartışılırken,
bütün bunlara daha fazla bigâne kalamazdık. Bahusus
Milliyetçi-Ülkücü cenahta söylenenler, sergilenen tavır
kadar tavırsızlıklar da, neredeyse bir ömrü bu fikir
hareketinin içerisinde geçirmekte olan fakat siyasî
mülahazaların da dışında duran bizleri herkesten daha fazla
ilgilendirmektedir. Açılım, Demokratikleşme ve Çözüm Süreci
gibi başlıklar altında hareretle tartışılan konular
hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi hangi ölçülere göre
belirlediğimizi de kamuoyuyla paylaşmamız gerekir.
Bir aydınımızın, “Bir medeniyet Projemiz var mı? (3)” diye
ortalığa yönelttiği sorunun cevabını, siyasiler ve devlet
yöneticilerinden evvela aydınlarımızın kendileri vermelidir.
Bir başka entelektüelimizin de, “Türk milliyetçilerinin
bugün bir hedefi ve gayesi yok. Türk milliyetçileri Türk
milletinin önüne bir Kızılelma koyamıyor.(4)” iddiası, daha
çok bu kesimin siyasilerine yöneliktir. Bir başka açıdan
bakıldığında ise; böyle de bir beklenti var. İlahiyat
kökenli bir başka münevverimiz de, “Bir ‘İslâm Birliği’
Fikri, Bir Tür Milliyetçilik Projesi Olabilir Mi? (5)”
sorusuna, kaleme aldığı makalede cevap arıyor. Demek ki,
özellikle son yıllarda millet, millî kimlik, milliyetçilik
ve bu kavramlarla iç içe geçmiş sahalarda doldurulması
gereken epeyce boşluk var.
Ortak değerler ve millî hafıza
Bir milliyetçilik tartışmasıdır ki, bütün Cumhuriyet
döneminde, siyasî duruşa göre farklı yorumlansa da, hiç
gündemden düşmemiş. Bundan yarım asır önce Peyami Safa; “Bir
ülkede toplumun ortak değerlerine millî hafizada yer
verilmemişse, o ülkede milliyetçilik tartışmaları gündemden
düşmez (6)” diyordu. Galiba bütün siyasî, ideolojik ve
etnik tartışmalar, “ortak değerler” ve “millî hafıza”yla
bağlantılıdır. Bir toplumun ortak değerleri tarümar edilmiş
veya unutulmaya terk edilmişse, zaten sözkonusu toplum
ortak/millî hafızasını yitirmiş demektir. “Ben İngiltere’de
İngiliz olarak dünyaya gelseydim, milliyetçi olmazdım. Buna
lüzum yoktu” diyor Peyami Safa ve gerekçesini de; “Bu
asırların eseri, İngilizlik olacak değil, olmuş ve artık
hedef olmaktan çıkmıştır” şeklinde açıklayarak, ete kemiğe
büründürülmüş bir İngiliz milliyetçiliğinin varlığına işaret
ediyor. Bizdekine ise, “gelişmekte olan ülke milliyetçiliği”
mi, yoksa “Şark milliyetçiliği” mi demeli; şu hayata bir
türlü geçirilemeyen, gürültü patırtıdan ibaret hamaset
nutuklarına...
Hepsi bir kenara; daha dedeye sıra gelmeden, baba ile evladı
arasında Türkçe’nin farklılaşmaya başladığı bir Türkiye’de
elbette ki hafıza kaybı olur... Çünkü ortak değerleri ve
onlara yüklenen anlamları, yaptığı çağrışımları nesilden
nesile taşıyan dil’dir. Millet olarak çektiğimiz sancıların
ve milletliğimizin bile sorgulandığı bugünlere geliş sebebi,
geçen yüzyılın başında kaybetmeğe başladığımız “millî
hafıza”mızla birlikte “ortak değerler”imizin yerle yeksan
oluşundandır.
Gönül birliği: Ülkü birliği
Aynı anne ve babadan doğmuş insanlar bile, yerine göre,
ortak değerlerde buluşamıyorlarsa, ortak hedefleri de olmaz.
İki ayrı millete veya dine mensup insanın müşterek projesi,
işi varsa, iştigal ettikleri sektörün kurallarına ve iş
ahlakına riayet etmeleri gerekir. Ortak değerlerdir ki,
farklı insanlar o değerler üzerinden aynı hedefe ulaşırlar.
Hz. Mevlana, iki farklı dili konuşan insanın “Gönül
Birliği”ni, aynı dili konuştukları halde anlaşamayan
insanların dil birliği”ne “tercih eder. Bu bizim fikir
dünyamızda “Ülkü Birliği” olarak tecelli eder:
İster aynı, ister farklı dilleri
konuşalım; ortak değerler bizi aynı hedefe götürür. Siz o
hedefe Kızılelma diyebilirsiniz.
Türkiye’de zaman zaman dindarlık adına milliyet,
milliyetçilik/ulusalcılık adına da din önemsizleştiriliyor.
İnsanların farklı ırklara, din ve dillere sahip olmaları,
kâinatın yaratıcısı Cenab-ı Allah’ın ayetlerindendir. Bu
farklılıkları ortadan kaldırmak, bir ırkın lehine diğerini
asimile etmek; İlahî nizama müdahale etmektir. Bazı bitki ve
hayvan türü canlıların zamanla yok edilmesiyle tabiatta
başgösteren dengesizlik gibi, farklı kültürlerin yok olması
da sosyal çatışmaları ve kültürel yoksullaşmayı beraberinde
getirir. Türkiye’nin biribirinden farklı etnik kökene ve
anadile sahip vatandaşlarının olması, ülkemiz adına bir
zenginlik olarak görmek lazım. Şimdiye kadar birtakım inanç,
kimlik ve kültür eksenli verilmemiş hakların iadesi,
Türkiye’yi zayıflatmaz, güçlendirir. Nitekim konuşulmazların
konuşulduğu, “açılım”ların yapıldığı bugünkü Türkiye,
dünkünden daha güçlüdür.
Fakat Batı’nın “Nation” dediğine biz de “millet” der ve ırk
temeline dayandırdığı, dar kafalı “nasyonalist”liği de,
milliyetçilik olarak anlarsak; o zaman, ”Temel özelliği
ayırdedicilik olan milliyet duygusu, başka cinsten,
kültürden kimselerle karşılaşıldığı zaman daha da kendini
hissettirir ve milli hasletlerin bozulması veya kaybolması
tehlikesi bu duyguyu büsbütün kamçılar(7)”. Onun
için, Batı’nın ırka dayalı “nationalismus”un bizdeki
karşılığı milliyetçilik asla değildir ve bu oyuna
gelinmemeli!... Batı dünyasında başgösteren “milliyetçilik”
cereyanlarından ilhamını alan, “Milliyetçilik her zaman bir
azınlık hareketi halinde başladığı için, Osmanlı
İmparatorluğu’nda ilk milliyetçiler Türk asıllı olmayan
müslümanlar olmuştu. (8)”. Aynı dine mensup kavimleri
kucaklayıcı ve farklı dinlere mensup olanlara da hoşgörülü
bir özelliğe sahip (bize ait) milliyetçiliği; “ulusalcılık”
adı altında ırk temeline ve tamamıyla din karşıtlığı bir
laikliğe indirgenirse, faşizme benzer bir durum ortaya
çıkar. “Başarılarının sırrı, birbirine benzemeyen farklı
milletleri bir arada barış içinde yaşatma yeteneğinde
saklı(9)” olan Türk Milleti adına “milliyetçilik” iddiası
taşıyanların, İslâmî bir enginlik ve hassasiyet dairesi
içinde hareket etmeleri gerekir.
Not: Konuya devam edeceğiz.
(1): Dr. İsmail Kara, Derin Tarih, Eylül 2013
(2): Mümtaz Türköne, Kızılelma Bugün Neresi?, Zaman
Gazetesi, 8 Ekim 2013
(3): Mim Kemal Öke, Derin Tarih, Eylül 2013
(4): Mümtaz Türköne, a.g.makale
(5): Dr. İsmail Kara, a.g.makale
(6): Peyami Safa, Objektif 7, s. 189
(7): Erol Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri
(8): Erol Güngör, a.g.e.
(9): M. Türköne, a.g.m.
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
Yeniden
Kızılelma
Âlimin
Ölümü...
Kocaman
Araba, Minnacık İnsan
Dreyfus,
İhanet ve Adalet
Ümmet
Ülkücülüğü (*)
Kavmiyetçilik,
Milliyetçilik, Ülkücülük
Serseri
Kurnazlar, Kurnaz Serseriler
Şehirlerin
ve Zihinlerin Gettoları
Kalabalıklar
İçinde Anonimleşmek
“Biz”likten,
“Ben”liğe Doğru...
Arkaik
Toplumlar, Gelişmekte Olanlar...
Memleketin
İki Yüzü
SAYFA
BASI
|