BAKIŞ
Mahmut Aşkar
|
|
mahmut.askar@t-online.de
|
Global Düşünebilmek,
İnanabilmek ve Yaşayabilmek (3)
Global Yaşayabilmek
Bir ferdi veya toplumu diğerlerinden farklı kılan
veya diğerleriyle benzeşleştiren şey; onun inanç merkezli
değer yargılardır. Doğru, yararlı, güzel, yerine göre kutsal
kabul edilen adetleri, alışkanlıkları, zevkleri ve ibadet
biçimlerini kapsayan bir değerler manzumesi...
Global çağın konjöktürel paradigması karşısında kendi
değerleriyle yeterince donanmamış (Müslüman)-Türk, millî ve
ahlâkî ölçülerin ötesine geçmesine rağmen, direnecek irade
gösteremediği globalist kıstasların kıskacından kurtulamaz.
Az veya çok inananı, hafif veya sert milliyetçisiyle Türkiye
insanının mevcut genel manzarası; çalkantılı denizdeki
geminin durumundan pek farklı değildir. Global yaşamak;
okyanuslara yelken açmak demektir.
Daha yenice yokluktan kurtulmaya başlamış insan, varlık
görünce, ömür hâyâl ettiği imkân ve nimetler ayağına gelince
ne olur ve nasıl olursa, her sahada grafiği yükselen
Türkiye’nin bugünkü insanı da öyle olmaktadır.
Dünyanın dört bir köşesinden herkesin birbirini gördüğü,
gözetlediği, birbirinden haberdar olduğu bir çağa ister
postmodern, ister küreselleşen çağ deyin; kendisi olamamış
her insan veya toplum, bu çağın değerler türbülansında
kaybolabilir. Başka bir ifadeyle; daha kendisi olamadan
başkalarıyla olabilmeye kalkışmak, global aktörlerin dümen
suyunda boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktır.
Köydeki dindarlıkla şehirdeki dindarlık ve fakirin
dindarlığıyla zenginin dindarlığı birbirinden epey farklı
olur. Taşra milliyetçiliğiyle dünya görmüş insanın
milliyetçiliği elbetteki birbirinden farklılıklar arz eder.
Dünün ideolojik “Soğuk Savaş” şartlarındaki dünyasıyla,
bugünün dünyasında yaşamanın farkı; kapalı toplumlarla açık
toplumlar arasındaki fark gibidir.
Cihanşümul düşünebilen ve inanabilenlerden, global bir hayat
tarzını tercih etmeleri beklenir. Global bir hayat tarzı?...
İdeolojik mahiyetteki dünya vatandaşlığı veya
enternasyonalistlikle özdeşleşmeyen bir global hayat
tarzından söz etmek istiyoruz.
Kimyadaki “doyum noktası” insan veya toplum hayatında da
geçerlidir. O noktadan sonra en ufak bir ilave bile elde
edilmek istenen neticeyi tamamıyla değiştirebilir, bambaşka
bir madde ortaya çıkabilir. Toplumlar da ulaşmak istedikleri
refah düzeyini yakaladıklarında doyum noktasına ulaşmış
olurlar. Doymuş mideye ha bire yeni lokmalar indirmeye devam
edilirse, kusma başlar.
“Hadaret (refahın en üst seviyesi), umranın gayesi ve
ömrünün nihayeti olup onun çöküşünü haber verir. ” diyor
İbni Haldun. Yani, gayesi kalkınmışlığı, toplum refahını en
üst seviyeye çıkarmak olan medeniyetin bu noktodan sonra
çöküşü başlar. Kuran’ı Kerim, bazı kavimlerin helak olma
sebebini, ahlaki değerlerin çürümüşlüğüne bağlar. İbni
Haldun da, gayesine ulaşan umran bozulma haline dönüşür
ihtiyarlamaya başlar, dedikten sonra çağımız insanının da
çok kolay anlayabileceği tesbitlerde bulunuyor: “Hadareti
ifsat (düzeni bozma, arışıklık çıkarma) eden amillerden
birisi de fazla refah sebebiyle şehvetlere (maddi hazlara ve
cismani keyf ve zevklere) düşkün olmak ve bu sahada başıboş
dolaşmaktır.” (Ibn Haldun, Mukaddime 2)
Bugünkü kadar olmasa da, demekki 12.-13. yüzyıllarda da
zina, livata (homoseksüellik), lutilik (eşcinsellik) gibi
eğilimler vardı ki; İbni Haldun bu sıradışı temayüllerin
toplum hayatında doğurabileceği vahim sonuçlara da işaret
etmektedir. Aradan ortalama yedi asır geçmesine rağmen,
refah seviyesinin doyum noktasına ulaştığı toplumlardaki
arızaları, Erich Fromm, Ulrich Beck, Alain Touran ve Jean
Ziegler gibi daha birçok Batılı entelektüelden duymak
mümkündür. Gerçekten dünyanın birçok yerindeki haksızlık,
sömürü, açlık ve adaletsizliğe karşı entelektüel bir
mücadele sergileyen Prof. J. Ziegler; “Gürültülü bu medya
dünyasında duyulabilmek için haykırmak gerek” diyor.
Dünyanın bir tarafında insanlar açlıktan ölürken, diğer
tarafında aşırı beslenmeden ölüyorlar.
Batılı düşünür 19. yüzyılda, “Tanrı’nın öldüğü”nü ilan
ettikten sonra 20. yüzyılda da, “İnsanın öldüğü”ne kanaat
getirdi. Dün öldürdüğü tanrının yerine kendisini koyan Batı
tipi insan da öldükten sonra, geriye Tanrı’sına inanan ve
henüz daha eşyalaşmadığı gibi insaniliğini de yitirmemiş
insan kalıyor: Yaşadığı hayatı anlamlandıran; insan
haysiyetini, evliliğin şerefini ve aile ocağının kutsiyetini
globalleşmeye feda etmeyen, adil olan, adaleti savunan ve
kendisini tükettirmeyen insan... Eğer dikte ettirilen,
dayatılan bir hayat anlayışına alternatif olabilecek bir
yaşama biçimi sergilenecekse, farklılığı ve haklılığıyla
mevcut dünya şartları içinde kabul görmelidir.
Doğrularını küreselleşen dünyanın idrakine haykıracak
cesarete, özgüvene ve birikime sahip, sadece kuru bir
haykırışla yetinmeyip düşüncelerine hayatiyet kazandıranlar,
global yaşamaya yeni bir boyut ve anlam kazandırabilirler.
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
Global
Düşünebilmek, İnanabilmek ve Yaşayabilmek (3)
Global
Düşünebilmek, İnanabilmek ve Yaşayabilmek (2)
Dostlar
veya Muhsin Ceylan
Global
Düşünebilmek, İnanabilmek ve Yaşayabilmek
Kılıfına
Uydurmak
Ezber
Bozan Adam
İnsan
Öldü mü?
Kültürel
Aidiyat Farklılığı (2)
Kültürel
Aidiyat Farklılığı (1)
Ötekine
Göre İrade Beyanı
Sessiz
Çoğunluğun Sesi Thilo
Avrupa’da
Ramazanlaşmak
Nesillerin
Kimlik Dili
Müslümana
Karşı Müslüman!
Araftaki
Nesil
Yunus
M.’nin Sırtından ve Ardından
Kültürel
Genetiği Değiştirilen Türk
Dinime
Söven de Kalan Sağlar da Bizdendir
Su
Ya
Bir Yol Bul, Ya Bir Yol Aç, Ya da...
Muhsin’in
Nesli
Kendini
İfade Edemeyen Müslümanın Tarifi?
İhtiyaç,
İhtiras, Sapkınlık
Sen, Sana Emanet
Bu
Vebal Kimin?
Vicdan
Ayaklanması
Bir
İnsan İnşa Etmek
İhanetlik
Bizdedir
İmam
Hüseyin
SAYFA
BASI
|