VIZYON
Yard. Doç. Dr.
Haldun Çancı
|
|
haldun.canci@emu.edu.tr |
Bir Filmin Düşündürdükleri
Televizyondaki bölümlerinin bir tekini bile seyretmeyi
başaramadığımız, ‘Kurtlar Vadisi’nin, Irak’ı konu alan sinema
filminin meydana getirdiği büyük gürültü, dikkatimizi çekti.
Bir çok ağızdan, türlü eleştiriler yapılıyor, özellikle
filmin siyasal mesajı üzerinde duruluyordu.
Biz de gidip filmi seyrettik. Amacımız, sadece filmin
vermek istediği siyasi mesajın ne olduğunu ve toplum üzerinde
ne tür bir etki yapabileceğini görmeye çalışmaktı.
Çuval hadisesinin, toplumda meydana getirdiği gazı
almakla görevlendirildiğinden kuşkulanılan bir medya
topluluğunun, söz konusu diziyi satın almasından sonra gündeme
gelen film, sırf bu yüzden, daha başlangıçta çeşitli
önyargıların oluşmasına neden oluyordu.
Çeşitli mahfiller, nedeni konusunda teşhis hatasına
düştükleri ve yüzeysel gerekçelere dayandırdıkları, Türk
toplumundaki Amerikan karşıtı dalganın, ortadan kaldırılması
için yoğun çaba sarf ediyorlardı.
Bu film de bu tür bir çabanın ürünü müydü?
Her şeyin başında belirtmek gerekir ki, söz konusu film,
sinema sanatı açısından, izleyicilerde yaratılan beklentileri
tam olarak karşılamıyor. İçerisinde ucuz ve basit sahneler
barındırıyor. Hakkında uyandırılan bunca ilgi karşılığında,
hayal kırıklığı olmasa bile, burukluk yaratmaktan
kurtulamıyor.
Ancak, siyasal açıdan, taşıdığı gerçek amacı ustaca
gizleme ve bilinç altı oluşturma noktasından oldukça başarılı
bir film.
Yani, sağ gösterip sol çakan cinsten.
Çeşitli eleştirilerde de ortaya konduğu gibi, filmin,
kendi akışı içerisinde sırıtan ve konu ile bağlantısı iğreti
duran, bir tarikat ağırlığı (reklamı) içerdiği açıkça
görülüyor.
Filmin içerisinde uluorta sergilenen, büyük bir düzen ve
disiplin içerisinde gerçekleşen zikir ayinlerinin ve şeyh
egemen söylemlerin varlığı bunu kanıtlıyor.
Filmde, bir namus, şeref ve bağımsızlık mücadelesi veren
Iraklıların, bu mücadelelerine, sempati ile bakıldığı
görülüyor.
Ancak, bu mücadeleye hiçbir somut katkı yapmayan, bilakis,
insanları, çeşitli biçimlerde pasifize ettiği görülen şeyh ve
tarikatı üzerine yapılan vurgu, filmin, gerçek hedeflerinden
birini ortaya koyuyor.
Şeyhin, bu misyonunu, Amerikan zulmü altında ezilen
insanlara verdiği, dinsel söylemle karışık, sabır, itidal ve
akılcılık tavsiyeleri üzerine oturttuğunu görüyoruz.
Herkesi sabırlı olma adına uysal olmaya davet eden şeyhin,
kendi dergahının da sonunda düşman saldırısından
kurtulamaması, senaryodaki bir çelişkiyi sergiliyor.
Aslında, filmin içindeki tarikat boyutu, gerçek hayatla da
paralellik arz ediyor.
Günlük hayatta da, maalesef, çoğu popüler tarikat ya da
cemaatin, kendilerine bağlı kitlelerin iradelerini, gerçek
düşman karşısında silikleştirdiklerini, düşmanın egemenliğini
meşrulaştırdıklarını, (doğruyu yanlışla birlikte sunan) gri
propagandanın aracı haline geldiklerini, hatta, düşmanla
işbirliğine gittiklerini gözlemliyoruz.
Buraya kadarki anlatımlarımız, ayrıca, filmi seyreden bazı
iktidar unsurlarının, neden onu çok beğenmiş oldukları
konusuna da bir ışık tutuyor olabilir.
Filmin bir diğer boyutunu ise, ABD ile Kuzey Irak Kürtleri
arasında kurulan ittifakın, gerektiği gibi vurgulanmaması,
hatta, gizlenmesi oluşturuyor.
Kimi sahnelerde, Irak Kürtleri, dini inançları ya da şeyhe
duydukları bağlılıkları yüzünden, gerekirse, işbirliği
yaptıkları Amerikalılara bile kafa tutacak kadar “vefalı,
ilkeli ve samimi insanlar” olarak gösteriliyorlar.
Oysa, bunun gerçeği yansıtmadığı, Kuzey Irak Kürtlerinin,
zamanında, onca desteğine nail oldukları halde, Türkiye’ye
karşı hissetmedikleri vefa duygusunda açıkça ortaya çıkıyor.
Tüm bu tespitlerin ötesinde, bize göre, filmin en önemli
ve çarpıcı boyutunu, Amerikalı CIA ajanı Sam Marshall ile Türk
Polat Alemdar arasında, Kuzey Irak’taki lüks bir Amerikan
otelinin lokantasında geçen “gergin” konuşma sahnesi
oluşturuyor.
Burada, Marshall’ın, “ bütün kırmızı çizgilerinizi yok
ettik, bir şey demediniz. Bir tek, başınıza çuval geçirince
neden bu kadar kızdınız? Size, biz kredi veriyoruz. Karnınızı
yıllardır biz doyuruyoruz. Donunuzun lastiğini bile, biz, size
sağladık. O kadar iyisiniz de neden hiçbir şey üretemediniz
bugüne kadar? Sizi, biz adam ettik. Yıllarca, komünizmden sizi
korumamız için, bize yalvardınız. Biz de, sizi, komünizmden
koruduk” yollu sözlerine karşı, Polat, apışıp kalıyor ve
sadece, “ben politikacı değilim” diyerek yanıt veriyor, sonra
da konuyu değiştiriyor.
Bence, filmin vermek istediği en önemli mesaj, işte bu
noktada ortaya çıkıyor.
Eğer, bu filmin yapımında, Amerika’nın bir parmağı varsa
(ki var olduğu yönündeki kanaat çok güçlü), en can alıcı
vurguyu burada yaptırıyor.
Karnımızı bile ABD’nin doyurduğunun iddia edildiği ve
ciddi biçimde aşağılandığımız, buna karşılık, bizim de verecek
bir cevabımızın olmadığı, bu sahnenin, izleyicinin bilinç
altına kazınması isteniyor.
Yani, burada bir psikolojik yönlendirme yapılıyor.
Amerikalının fikri üstünlüğü ortaya konuyor.
Marshall’ın yüzde yüz yalan ve çarpıtma olan sözlerine
karşı, Polat’ın takındığı, “benim, bu işin, düşünsel,
ideolojik, teorik ve siyasal boyutuna kafam basmaz, o kadar
zeki ve bilgili değilim, ben, ancak, vurup kırarım. İşin
düşünsel üstünlüğü senin olsun. Ben buraya, beynimi değil,
(olmayan) kaslarımı ve tabancamı kullanmaya geldim. Dediklerin
doğru, ancak, bunlar siyasetçilerin işi. Ben ise, senden, kuru
bir intikam almak üzere buradayım” dercesine sergilediği bu
tavır, Türklere karşı yapılan bir haksızlık ve zihni bir
aşağılama olarak ortada duruyor.
Ülkesinin intikamını almak üzere Kuzey Irak’a giden ve
orada dünyanın en büyük gücüne karşı, tek başına savaşacak
kadar bir iradeye ve bilince sahip olan Polat’ın, Marshall’a,
“ben siyasetçi değilim” diyerek, cevap vermekten kaçmak
yerine, “hayır, söylediklerin tamamen yalan. Yıllardır, bizi
sömüren ve gelişmemize engel olan sizlersiniz. Bunun için
içimizdeki işbirlikçilerinizle birlikte, her türlü gayreti
gösterdiniz. Bize, zararınızdan başka bir şeyiniz dokunmadı.
Bizim, bir şeyler üretmemize, kendi ayaklarımızın üzerinde
durmamıza, bizzat siz engel oldunuz. Çünkü, size bağımlı
kalmamızı istiyordunuz. Bize, bugüne kadar verdiğinizden çok
daha fazlasını geri aldınız. Bizi, kültürel, ekonomik, siyasal
ve toplumsal sömürüye tabi tuttunuz. Tüm bunları, sadece bize
karşı değil, sayısız mazlum halklara karşı da, defalarca aynen
gerçekleştirdiniz. Şimdi de, tüm bu kötülüklerin daha vahşi
olanlarını gerçekleştirmek için, burada, Irak’tasınız.
Komünizmden, siz, bizi değil, biz, sizi koruduk. Yıllarca,
sizin için, ileri karakol vazifesi gördük. Sizin çıkarlarınız
için sağda solda savaştık. Bizi, yıllarca, sözde müttefiklik
yalanı ile avutup kullandınız. Fakat, her seferinde,
arkamızdan işler çevirdiniz. Artık, maymun gözünü açtı. Onun
için de, şimdi, burada, sizin karşınızdayız” diyebilmesi
gerekirdi.
Hem de, hiç teklemeden.
Ancak, böyle olmamış, filmde, düşünsel üstünlük (yani
haklılık) Amerikalılara, fiziksel üstünlük (yani kaba güç) ise
Türklere bırakılmıştır. Oysa, gerçek bunun tam tersidir.
Dolayısıyla, bu filmde, “Türklerin, fiziksel esaretinin
intikamı alınıyor” havası yaratılmaya gayret edilirken,
düşünsel bir esarete itilmeye çalışılmaktayız.
Şimdi, baştaki sorumuza geri dönecek olursak, evet, bu
film, bir gaz alma çabasının ürünüdür.
Bir taşla birden fazla kuş vurulmaya, birden fazla kesim,
aynı anda memnun edilmeye çalışılmaktadır.
Bu haliyle film, Türkiye’deki iktidar güçleri ile ABD
ortak yapımıymış gibi durmaktadır. Ortak amaç, ulusalcı
kabarmayı içeriden yönlendirmek ve eğer mümkünse söndürmektir.
Artık gizlenmesi mümkün olmayan ve tepki çeken düşmanı, sanal
olarak döverken, onun yerli işbirlikçilerini gizlemek ve şirin
göstermektir.
Ancak, Türk toplumunda, son dönemde su yüzüne çıkan
Amerikan karşıtlığının, sadece çuval olayına bağlı olarak
meydana geldiği düşüncesi üzerine kurulu bu tür gayretler,
sorunu ortadan kaldırmayacaktır.
Bunlar, yanlış ve yüzeysel teşhislerin ürünü olan “tedavi”
yöntemleridirler.
Sorunun temelleri çok daha derinlerdedir. Yani, iş, o kadar
basit değildir.
“Aman, gerçek hayatta yapmaya kalkmasınlar da, beyaz
perdede intikamlarını aldıkları sanısıyla rahatlasınlar, biz
de, tekrar işimize bakalım” çabası, bu yüzden faydasızdır.
İşbirlikçiler de, ne kadar şirin gösterilirlerse
gösterilsinler, ayan beyan ortadadırlar.
Hele, ulusal bir ruha sahip olmadan, ulusal bir kavga
verme iddiası taşıyan, bu yüzden de, tutarlı ve inandırıcı
olmaktan uzak bu tür filmlerle bu iş asla olmaz.
Bu filmi yapanlar, Türk toplumundaki Amerikan karşıtı
bilinci, Türklerin kendileri ile birlikte hafife
almaktadırlar.
Bu filmin tek etkisi, ulusu, bundan sonra ortaya çıkacak,
daha sistemli pasifleştirme, yönlendirme, yumuşatma ve
içeriden kontrol etme çabalarına karşı uyanık kılma yönünde
gerçekleşecektir.
haldun.canci@emu.edu.tr
SAYFA
BAŞI
Yazarın
diğer
yazıları:
Bir
Filmin Düşündürdükleri
SAYFA
BASI
|