·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  EKONOMI  
·  FIRMALAR  
·  SPOR  
·  YAZARLAR  
·  BASIN ÖZETLERI  
·  COCUKLAR  
·  KADIN & YASAM  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
   
   


GENİŞ AÇI
                                                               Hayrettin Çakmak
 
 
hayrettincakmak@hotmail.com


PADİŞAHIM ÇOK YAŞA


     Toplum olarak tutucu/statik bir yapımız olduğunu düşünüyorum. İlk bakışta toptancı bir yaklaşım olarak görülebilir ama beni böyle düşünmeye yönlendiren kronolojik argumanlar var.Tarih boyunca büyük değişimleri takip etmede, yeterli performansı gösteremediğimiz gibi direndiğimiz alanlarda çok oldu.

     Tarım devrimi, tarım toplumunu ortaya çıkararak, göçebeliği ortadan kaldırırken; biz uzunca bir süre göçebeliğe devam ettik. Sanayi devrimi ile üretim, tüketim kavramları kökten değişti, sosyo külterel dönüşümlerin/değişimlerin yaşandığı dünyada biz tarım toplumu olmaya devam ettik. Şu anda dünya bilgi çağını yaşıyor biz ise hala tarım toplumu kültüründen,feodal reflekslerden sıyrılabilmiş değiliz.

     Fırsatları ya ıskalıyoruz yada çok geç kalıyoruz. Tarımsal ekonomiye dayalı  toplum düzeni çağlar boyu sürmüş olmasına rağmen, sanayi çağı iki asır sonra yerini bilgi çağına terk etmişir. Bu çağın ömrünün diğerlerinden daha kısa olacağı kuşkusuzdur. Uluslararası şirket sahipleri ile bazı kral/sultanlar (Brunei sultanı gibi) sanayi döneminin en zengin kişileri iken, bu gün Bill Gates dünyanın en zengin kişisi olma ünvanını yakalamıştır.

     Toplum olarak iki kez sıçramak zorundayız. Türkiye’nin artık zaman kaybına tahammülü yoktur. Hala çağa direnen bir yapıyı terk edemedik. Oysa biz çağla yarışan bir toplum olmak zorundayız, ikinci dünya savaşının mağlupları bu gün galipleriyle aynı hizada sıralanırken, savaşa katılmamış, kayıpları olmamış bir ülke olarak bulunduğumuz konumun nedenlerini sorgulamadan edemeyiz.

     Biz 1839 yılında “Tanzimat Fermanı” ile, Japonya ise 1868 yılında “Meiji Reformu” ile modernleşme yolunu seçmiş iki ülkeyiz. Biz birinci dünya savaşının mağlubu, Japonya ise ikinci dünya savaşının mağlubudur. Biz Osmanlı’nın külleri üzerinden yeni bir devlet çıkardık. 23.Nisan.1920 tarihinde Sinop Milletvekili Şükrü Bey “Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum." Diyerek ;kurtuluş savaşı ve cumhuriyetin ilanına dolayısıylada modern devlete giden yolun müjdesini vermişti. Meclisimizin iradesi bir bir gerçekleşmiş ve 1923 yılında Cumhuriyet resmen ilan edilmiştir. Bizim devlet kurduğumuz 1920 yılından tam 25 yıl sonra Japonya, Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atılan atom bombalarıyla yerle bir edildi. Bu gün Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 5.000 dolar, Japonya’da ise yaklaşık 7-8 katı. Avrupa Birliği ortalaması 5-6 kat fazla. Dünya ülkeleri hızla kalkınırken; biz nelerle uğraştık.

     Kuruluştaki (1920-1940) ve devamındaki hızımızı, heyecanımızı kaybettik. Oysa Cumhuriyetin ilk 20 yılında “Atatürk devrimleri” ile, modern çağı yakalama noktasında  büyük bir değişim ve dönüşümün yaşandığını biliyoruz.

     İkinci dünya savaşı ve konjonktür bizi çok partili sistemle buluşturdu. Fakat bir türlü demokrasiyi içselleştiremedik.(1940-1960) döneminin kısır çekişmeleri ve hazımsızlıkları bizi demokrasi dışı bir otama sürükledi ve darbeli demokrasi dönemine geçtik. 27 mayıs müdahalesiyle de; bakan, başbakan asarak, genç demokrasimizde yasaklı siyasiler devrini başlattık.

1960-1980 dönemini ise: ideolojik kavgalarla geçirdik. Bu dönemde de demokrasimizi iki kez 12’den vurduk.(12 Mart 1971 ve 12.Eylül 1980 darbeleri)

     1980-2000 döneminde de araya bir darbe sıkıştırmayı ihmal etmedik, yine bu dönemin göze çarpan çirkinliklerinden, devletin modern bir biçimde soyulması, çeteler, mafya ve kayıtdışı ekonomi son yirmi yılımıza damgasını vurmuştur.

      Kayıtdışı ekonomi ile ilgili çok basit bir karşılaştırma yapmak istiyorum.
      15-18 Aralık tarihlerinde Bulgaristan’a kısa süreli bir ziyarette bulundum. Kırcaali, Smolen ve Filibe (Plovdiv) illerini görme fırsatım oldu. Bir fincan kahve için bile, siparişiniz sisteme işlenip kayıt altına alındıktan sonra hizmetin sunulduğuna tanık olduk. Her gittiğimiz yerde dikkatimizi en çok çeken nokta bu kayıt içi davranış biçimiydi.
     Bu durum Türk sınırından başlıyor, Tır şöförlerinin durak yerlerinde de var olduğu gibi, Pamporovo’daki en lüks otellerinde de var. Bulgaristan daha dün sosyalist sistemden dönüş yapmış bir ülke. Ama toplum olarak değişimi, dönüşümü bu kısa süre içerisinde başarılı bir şekilde uygulamışlar. Bizde ise ekonominin yarısı hala kayıtdışıdır.

     Cumhuriyet dönemini reformlar noktasında ele alırsak; dört ana başlıkta sıralamak mümkündür.
     Atatürk, devrimleriyle: modern devlete ve cumhuriyete geçişi sağlamıştır. Bize ilerlemeye, değişime açık bir yapı bırakmıştır. İnönü çok partili sisteme geçişimizde rol aldı. Özal ise; serbest piyasa ekonomisi dönüşümlerini sağlamıştır, son reform hareketleri ise içinde bulunduğumuz dönemdir.
     Her reform hareketinin de  inanılmaz ölçüde dirençle karşılaştığını biliyoruz. Ama bildiğimiz bir şey daha var. Reformları liderler yapar. Liderler risk alabilen, karizmatik ve kararlı insanlardır. Lideri yöneticiden ayıran temel özellik te burada yatmaktadır. Yönetici şirketi/işletmeyi yönetir. Lider ise şirketi/işletmeyi kuran kişidir.
     Aslında bugün demokratikleşme diye bir sorunumuz olmamalıydı. Demokratikleşmede neden bu kadar geciktik. Demokratikleşme diyorum çünkü sorun burada yatıyor. Çok partili dönemde keşke yaşanmasaydı dediğimiz olaylara  bir bakarsak tam bir paradoksla karşı karşıya kaldığımızı görürüz.

     1960 darbesiyle DP tasfiye edildi, yasaklandı. Yerine kurulan, devamı olan AP üst üste iki seçim kazandı.
     1971 de Demirel’e muhtıra verildi ve iktidardan uzaklaştırıldı, o dönemde solun üzerinden adeta silindir geçti. Takip eden süreçte Demirel ikisi koalisyon (MC hükümetleri) biride azınlık hükümeti olmak üzere üç hükümet kurdu, sol hareket ise eski hızıyla yoluna devam etti.

     1980 yılında bir darbe daha yapıldı. Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş yasaklandı. Atatürk’ün kurduğu CHP dahil bütün siyasi partiler kapatıldı. Demirel’in Başbakanlık ve DPT müsteşarı, MSP’nin de İzmir adayı Turgut Özal dönemin darbe lideri ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in açıkça karşı çıkmasına rağmen (1983 ve 1987) iki seçim kazandı. Ne gariptirki 1989 yılında da Kenan Evren’den Cumhurbaşkanlığını devir aldı. Yasaklı liderlerden Erbakan ve Ecevit Başbakanlık yaptılar, Demirel Başbakanlıktan sonra Cumhurbaşkanı da oldu. Kapatılan ve aynı isimle bir başka siyasi parti kurulamaz yasağı kalktı. CHP tekrar siyaset sahnesindeki yerini aldı.

     28 Şubat’ta bir darbe daha yaşandı. Erbakan Başbakanlıktan uzaklaşmak zorunda kaldı. Refah Partisi kapatıldı. İstanbul Büyük Şehir Belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan hapse atıldı, yasaklandı. Yasaklı bir lider olarak parti kurdu, kendisi seçime sokulmadı. Ak Parti 1950 seçimlerinden sonra ilk kez yaşanan bir başarı ve meclis yapısıyla iktidara geldi. Yasak kalktı ve bugün Recep Tayyip Erdoğan Başbakan.

     1982 anayasasını %92 evet diyerek kabul ettik.Bugüne kadar 70 civarında maddesini değiştirdik. Kaldırdığımız maddeler var. Halen anayasa değişikliğine gereksinim duyulmakta. Cumhuriyet döneminde 59 hükümet kurduk. Bundan çıkan sonuç istikrar açısında ürkütücüdür. Çünkü hükümetlerin ortalama ömrü birbuçuk yıldan daha az bir süreyi işaret ediyor.

     Bu sıraladığım olaylar ve garip sonuçlar, tabiiki sorgulanmıştır. Ama bu sorgulamalar  toplumsal bir boyuta ulaşamadığı için çok cılız kalmıştır .

     Toplum olarak alkışlamayı çok sevdik. Bütün darbeleri alkışladık. Darbe sonrası yukarıda açıklamaya çalıştığım paradoksal sonuçları da alkışladık. Bunları neden yaptık, demokrasi kültürümüz, eğitim düzeyimiz, bunları bir yana bırakarak birazda ironik bir tesbit yapmak istiyorum: Alkışladık çünkü bizim kültürümüzde hala “padişahım çok yaşa” nidaları çınlamakta. Bu da doğal olarak padişahların işine geliyor.
26.06.06

SAYFA BAŞI



Yazarın diğer yazıları:

Padişahım çok yaşa
TİRYAKİLİK
Siya Viya

   
SAYFA BASI

| Ana Sayfa | Haberler| Gazeteler | Ekonomi | Firmalar | Spor | Yazarlar 

Copyright © Mima Datentechnik / Jülicherstr.20 / 52070 Aachen / Deutschland
Tel:
+49 (241) 900 57 50 (pbx)  Fax: +49 (241) 99 777 57  
e-posta:
info@Turkpartner.de
Bu site Mima Datentechnik Internet Servisi tarafýndan hazýrlanmaktadýr

Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Üniversite: Girmek mi, çıkmak mi zor
Şefik Kantar
Bayrak
Osman Seçmez
Herşey çok iyiye gidiyor derken...
Hasan Kayıhan
Farkında mısınız?
Mahmut Aşkar
Hele “Medeni”ye Bak!
Yılmaz Kuzucu
İnternet, gençlik ve biz
Fikret Ekin
Yine İnsan
Ali Kılıçarslan
“Almanca'yı Koruma Yasası” mı?
M. Ali Aladağ
Alman Bastırınca....
Hidayet Kayaalp
Kış Raporu
Haldun Çancı
Bir iktidarın sonu
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
Ülkemizden çalınan tarihi eserlerimize sahip çıkalım
Prof. Dr. Ümit Özdağ
12 Eylül Öncesi Hesaplaşması ve Sol Kültürel Terör
Tevfik Abdin
İstanbul’da BENİ HEP ALDATTILAR...
Yakup Yurt
Kısır Döngü veya Kuyruğunu Isıran Yılan
Üzeyir Lokman Çaycı
Yolcular
Veli Kalli
Sorunumuz Kuş Gribi Değil
Ayten Kılıçarslan
Türkler şiddet kurbanı
Erhan Türbedar
Kosova’ya İki Yeni Bakanlık Devrediliyor (?)
Dr. Nebil Bozdoğan
Ameliyatsız Yüz Gençleştirmede Son Nokta
Orhan Aras
İnsanlık öldü mü?
Serdar Çelebi
Fransa olayları ve Avrupa’da ‘Yeni Irkçılık’
Yakup Tufan
Fransa’nın İmajı
Sebahattin Çelebi
kadıköy
Mustafa Can
Bayram Gelince Bir Şeyler Olur Bana Canım....
Nuran Yelkenci
Bin Aydan Daha Hayırlı Olan, Ramazan Ayı
Betül Parlar
Hey du...
Şensel Aşkın
Bilginin/Doğruların Etkinliği
İsmail Tüysüz
Son İki büyük Revulusyonda İstanbul`un Önemi
Halil Gülel
Gerçek Güzellik
Muhsin Ceylan
Berlin’e hayali bir soru
Ozan Yusuf Polatoğlu
Bir taraf ‘şan’ (!) alıyor
Bir taraf ‘perişan’ oluyor
Sizden Biri
Sen neymişsin be abi?
Alperen Çelik
Yeni Vietnam IRAK
İsmail Altıntaş
İslâm Dininin Engellilere Sağladığı Kolaylıklar
Latif Çelik
Ayný acýyý duyanlar en samimi olanlardýr
Fazlı Arabacı
Yaralı bir bilinç