DÜŞÜNCE
TURU Fikret
Ekin
|
|
fikretekin@web.de
|
Türkiye’nin
“Sorunu”
Türkiye malum “sorunlu(!)”
bir ülke. İki yüz yıldır “sorun”larla boğuştuğu
da malum.
Ancak ne hikmetse “sorun”,
ya bir türlü teşhis edilemiyor, yahut tedavi edilemiyor
veya yanlış teşhis nedeniyle, daha büyük
“sorunlar” doğuracak yanlış tedaviler
uygulanıyor olmalı ki, durum ortada...
Bir zamanlar Türkiye’nin
en önemli “sorunu” olarak “Abdulhamid istibdadı(!)”
gösterilirdi... O devrildi mi herşey güllük gülistanlık
olacaktı(!)
Abdulhamid devrildi, Türkiye’nin
“sorunları” katlandı
ve katmerleşti...
Sonra Meşrutiyet
idaresine geçemeyiş “sorun” oldu. Geçildi ve
“sorun” da kalmadı(!), çünkü ülke kalmamıştı
ortada ki, “sorun” olsun...
Hani bir Milli Eğitim
Bakanı bir zamanlar okullardaki anarşiden şikayet
etmiş ve “okullar
olmasa, Milli Eğitimi ne güzel idare ederdik”
mealinde bir cevher yumurtlamıştı ya; işte
o hesap, Türkiye olmayınca “sorun”da olmayacaktı...
Fakat ülkesiz de hiç
olmuyordu...
Ve Türkiye Cumhuriyeti
kuruldu...
Türkiye’nin en önemli
“sorunu” kılık-kıyafetti, çözüldü. Halifeydi, lağvedildi. Arabça harflerdi,
latinceleştirildi. Hicri Takvimdi, miladileştirildi.
Fes-sarıktı, şapkayla medenileştirildi(!)...
İsmet İnönü
zamanında, iki en önemli “sorun” çıktı
ortaya, “irtica” ve “nüfusumuzun azlığı”
...
“İrtica” İstiklal Mahkemeleriyle kökünden
kazındı. Camiiler buğday deposu yapıldı.
Kur’an okumak bile yasaklandı. İslam’ı çağrıştıran
Türk Sanat Müziği dahi yerini Senfonilere bıraktı...
Nüfus “sorunu”,
milletin sayesinde(!) zaten
kendiliğinden çözüldü derken, bu sefer de “nüfusun
fazlalığı” yetkililere “sorun” olmaya başladı. Ortayı
bulamamıştık yani yine(!)...
Neyse ki dış
dostlarımızın da yardımıyla, siyasi
ve medya yetkililerimizin üstün gayretleri, Koç gibi saygıdeğer
işadamlarımızın
büyük fedakarlıkları ile
(nedenini biz hala bilmiyoruz, bu Koç ve
benzerlerininn Türk nüfusunun çoğalmasına karşı
olan reflekslerinin, o
ayrı konu) nüfus planlaması yapıldı.
Bir de bütün
bunlara; günlük on cana kıyan tarfik canavarı, terör
belası, maganda kurşunları ilave edilince,
okuduk canına Türk nüfusuna kısa bir zamanda...
Tam “sorun”suz kaldık
diyebilecektik ki; Türkiye’nin “en önemli sorunu”nu
yetkililer ilan ediverdi: yeniden “irtica”...
Derken sağ-sol,
kominizm belası yerini
aldı Türkiye’nin gündeminde, “en büyük sorun”
olarak...
Sonra
ASALA, sonra PKK, sonra laik-antilaik çekişmesi, sonra
yine “irtica” ...
Şimdi
yetkililerimiz yeni “sorunlar” açıklıyorlar, başına
“en önemli”-“en büyük”, ilavesini yapıştırarak...
Başbakan
Tayyib Erdoğan’a göre Türkiye’nin “en
büyük sorunu Ekonomi, AB’ye girme meselesi ve dolayısıyla
hürriyetler meselesi”
Hükümetin
Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun’a göre Türkiye’nin
“en önemli sorunu kayıt dışı ekonomidir.”
MGK’ya göre
Türkiye’nin “en önemli
sorunu irtica ve terör”.
Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e göre ise, Türkiye’nin günümüzdeki “en
önemli sorunu terörü kullanan bölücü terör” Yani
silbaştan ve yeniden PKK...
Yazılanları,
söylenenleri alt alta toplayarak okursak, karşımıza
başka “en
önemli sorunlar” da çıkmıyor değil tabii...
O zaman
biz de ister-istemez düşünüyoruz: Acaba Türkiye’nin
„sorun“larının önemi
kişiye veya kurumlara göre mi değişiyor?
Yoksa “en önemlisi” deyişteki Türkçe bozukluğunda
mı bir “sorun” var?
Veya
kafalarda mı bir “sorun” var?
Belki
hepsi birden, belkide hiç birisi mi, yoksa?
Bütün
bunlar bize karanlık...
Fakat bir
şey var ki, onu duymamak ve görmemek için insanın
kulaklarını tıkaması ve gözlerini yumması
dahi yetmiyor:
Türkiye’nin
ikiyüz yıllık olan tek bir “sorunu”
var ve bu “sorun” ülkenin “en önemli sorunu”.
Bu “sorun” çözülmeden, hiç bir “sorun”
çözülemez, çözülememiştir ve çözülemeyecektir...
Kendi değerlerinden
koparılmış, başka bir değere de yönlendirilememiş;
yarım yamalak aydınların, halkının değerleriyle
alay etmeyi “medenileşme”
saydığı bir
ülkede; bu hastalığı tedavi etmediğiniz-edemediğiniz
müddetçe; “en büyük sorun” sayısı da, kişilerin
durduğu yere ve önceliklerine göre,
her geçen gün artmaya ve çeşitlenmeye mahkumdur.
Çünkü Türkiye’nin
“kimlik sorunu var”...
Her geçen
günde bu “kimlik
krizi” derinleşiyor, derinleştiriliyor, kişiselleştiriliyor
ki; fert sayısınca “en önemli sorun” sayısı artsın...
Buna “Çözülme
Dönemi”de diyebiliriz.
Yüzyıllardır
bilerek ve isteyerek kazınıp, yok edilen “manevi
harç”, artık tuğlaları tutamaz hale
getirildi, bina çöküyor...
Osmanlı
döneminde “bina bütünlüğünden”
ayrılan sıva, çatı, ahşp kısım
gibi “bütünün parçalarının” ayrılış
sebebleri tehlil edilebilseydi ve yenilenebilseydi; tahribat
ana duvara kadar dayanamazdı, dayandırılamazdı...
Hiç
olmazsa, çok geç olmakla beraber, şimdi durum anlaşılabilsede,
“manevi harç”la boşluklar doldurulup, sıvası yenilense; yine belki
bu ihmal ve ihanetin çürüttüğü “tarihi
bina” kurtarılabilinir.
Köln,
26.08.2005
SAYFA
BASI
Yazarın
diğer
yazıları:
Türkiye’nin
“Sorunu”
İslam
Düşmanlığı
Kedi
Medeniyeti
Arılardan
İnsanlara...
Komplo
Teorisi Yok-5
Komplo
Teorisi Yok-4
Komplo
Teorisi Yok-3
Komplo
Teorisi Yok-2
Komplo
Teorisi Yok-1
Kerkük,
Ne Kadar Türk?
Dededen
Toruna Türkçe(!)
İman'ı
Vurdular
Bir
Ramazan Daha Geçti!
Bir
Konuşmaya Notlar..
Güvenlik mi
hürriyet mi?
Hadi
oradan sende...
''Bu
Ne Kafa"
''Puzzle''
ın bütününü görmek (3)
''Puzzle''
ın bütününü görmek (2)
"Puzzle''
ın bütününü görmek (1)
Berlin`deki Yargıclar izinde
mi?
Ne
olur, ne olmaz
Cadı
Avı
Bizden
hatırlatması
İki
Olay ve Hasta kafa
İnsanlığa
Kurulan Tuzak
Bir
Bu Eksikti!
Bütün
“teferruatta” mı saklı?
Kaşınan
ve Kaşıyanlar
Dünden
Bugüne Değişen Bir Şey Yok
SAYFA
BASI
|