NETYAZI
Ali Kılıçarslan
|
|
a.kilicarslan@turkpartner.de
|
MİLLETİN
PARASIYLA İÇKİ İÇMEK
Türkiye’de
geçtiğimiz hafta İletişim
Şûrası düzenlendi. Şûra bitti; fakat katılımcılara
verilen “akşam
yemeği” gazete köşelerine taşındı.
Sebebi ne biliyor musunuz? Akşam
yemeğinde içki servisi yokmuş...
Sayın Ertuğrul
Özkök, 22 Şubat 2003 tarihli “Şûra
yemeğinde içki tartışması” başlıklı
köşe yazısında, Bilkent Oteli’nin salonunda
Başbakan Gül’ün verdiği akşam yemeğini
tasvir ediyor. Tasvire yol boyunca edindiği izlenimlerle
başlıyor: “Arabamız
Eskişehir yolundan ayrılıp, Bilkent yoluna
girdiğinde, kar altındaki Ankara'yı ne kadar özlediğimi
anlıyorum. İhsan Doğramacı'nın sıfırdan
yarattığı Batılı ve modern Bilkent'e
giden yolun iki tarafındaki çamlar, Noel ağacı
gibi duruyor.“
Tasvirde, özellikle “batılı
motifler“öne çıkıyor. “Batı”
hayranı bir insanın çevreyi ve doğayı “batılı
motifler”le algılaması ve tasvir etmesi çok
doğal. Hatta “batılı motifler” o kadar ruhuna işlemiş olacak
ki, yolun iki kenarındaki çamları bile “Noel
ağacı”na benzetiyor. Biliyorsunuz; “Noel“
batılı bir motif olmanın da ötesinde,
Hristiyanlık’la bütünleşmiş dini bir motif
olma özelliğine sahip. Zaten Batılılar da kültürlerini,
“Hıristiyanlıkla
şekillenen...” diye tarif ediyorlar.
Gerçekten merak
ediyorum: Sayın Özkök, bu benzetmeye niçin ihtiyaç
duyuyor? Acaba “Noel”den önce bu çam ağaçlarını neye
benzetiyorlardı? Veya “Noel”
Türkiye’de yaygınlaş(tırıl)madan önce
üzerleri karlarla kaplı çam ağaçları nasıl
tasvir ediliyordu?
Konumuz “Noel” değil, yemek...
Ve yemeğe dönüyoruz.
“BERİKİ TÜRKİYE” AYRICALIĞI
Sayın Özkök yazısında “akşam yemeği”ni en ince ayrıntılarına
kadar anlatıyor: “Gelirken
arabada Doğan Hızlan'a yaptığım
tahmin doğru çıkıyor. Giriş olarak ‘ordövr
tabağı’ veriliyor ve hemen arkasından devlet
mönüsünün vazgeçilmez yemeği geliyor: Su böreği.”
Sayın
Özkök, içki servisi yapılmadığını
görünce, bakınız nasıl tepki gösteriyor: “Yemek
geldiği halde içki servisi yapılmıyor. Görevlilerden
birine, ‘Ben kırmızı şarap istiyorum’
deyince, ilginç bir cevap alıyorum: ‘Mönüde içki
yok efendim...’ Ben,
‘Peki parasını öderim. Siz lütfen bana şarap
listesini getirin’ diyorum.”
Ve masada olup bitenleri
anlattıktan sonra devam ediyor: “Hatırlayacaksınız.
Seçim öncesinde AKP Genel Merkezi'nde Tayyip Erdoğan'la
yaptığımız mülakatta kendisine şu
soruyu sormuştum: ‘Başbakanlık
Konutu'nda yemek verdiğiniz takdirde içki servisi yapılacak
mı?’ O gün devlet protokolünün gereğini
yapacaklarını, ancak kendi evine birini davet ettiği
zaman içki servisi yapmayacağını söylemişti.
Bilkent Oteli kendi evleri olmadığına göre, içki
servisi yapılması normal değil miydi? Öyleyse
bu işgüzarlığı kim yaptı? Bu arada
bazı gazetecilerin buna tepki göstererek yemekten ayrıldığını
öğrendim. Ben ayrılmadım. Biraz sonra şarap
listesi geldi. Doğan Hızlan da beni inceden ti'ye
alan bir espri yaptı. ‘Listede yabancı şarap
yok, istersen şarabı ben seçeyim’ dedi.
Gerçekten de Doluca'nın
enfes bir özel kav
‘Boğazkere-Öküzgözü’ şarabını
içtik. Yemek çok güzel geçti, masada sohbet çok öğretici
ve keyifliydi. O nedenle bu işgüzarlığı
daha o an unuttum.”
Unutulanın
yazıldığına da ilk defa şahit
oluyorum. Aslında sayın Özkök’ün yazısını
hem “Öteki Türkiye”ye hem de
“Beriki Türkiye”ye
bakarak çok iyi analiz etmek gerekiyor. “Beriki
Türkiye”; bütün nimet ve imkanlara, kısaca her
şeye en yakın Türkiye... “Öteki
Türkiye” malumunuz; her şeye çok uzak...
Sayın Özkök’ün yazısında “Beriki
Türkiye” ayrıcalığından sınırsız-sorumsuz
bir şekilde faydalanmak isteyen bir “ben”, yani “ego” ve
bu “ego”nun ötedenberi
içki takıntısı ön plana çıkıyor.
NOEL YEMEĞİ Mİ, AKŞAM YEMEĞİ Mİ?
Yazının giriş bölümünden de
anlaşıldığı gibi, Sayın Özkök
daha yemek salonuna gelmeden önce, yolun iki yanındaki üzerleri
karlarla kaplı çam ağaçlarını görünce,
kendisini “Noel”
havasına kaptırıyor. Onun için “akşam
yemeği”ne “Noel
yemeği” niyetiyle oturmuş ve o ruh haliyle “kırmızı
şarap” istemiş anlaşılan.
Sayın Özkök’ün
belirttiğine göre Başbakan Gül, katılımcıları
yemeğe davet ediyor. Fakat sayın Özkök, bulduğunu
değil, umduğunu içmek istiyor. Halbuki, bizim
devlet ve millet geleneğimizde “misafir
umduğunu değil, bulduğunu yer”. Günümüzde,
artık bu kural dünyanın her yerinde geçerli. Kaldı
ki bu, özel bir davet de değil. Başbakan, Şûra’ya
katılanlara devlet adına akşam yemeği
veriyor. Yani, bu yemek
milletin parasıyla veriliyor.
Beş milyona
yakın insanın açlık sınırında
yaşadığı ve çocukların ölmemek için
çöplüklerden yiyecek aradığı bir ülkede,
milletin parasıyla yemek yemeyi bir yana bırakınız,
içki içmek ne anlama gel(ebil)ir? Bu davranışı
ahlâki olarak izah etmek mümkün mü? Hem de millet o kadar
sorunla uğraşırken ve varolma mücadelesi
verirken, bunu gazete köşesine taşımak hangi
basın etik kurallarıyla bağdaşıyor?
Halk dilimizde güzel bir söz vardır: “Yediğin-içtiğin
senin olsun, gördüklerini anlat!”
Sayın Özkök gördüklerini değil,
daha çok yeyip-içtiklerini anlatıyor. Aslında bu
durum, onun Türk milletini ve kültür değerlerini ne
kadar içselleştirdiğini de ortaya koyuyor.
Ramazan ayında hükümet temsilcileri tarafından
verilen yemeklere, “devletin/milletin
parasıyla iftar yemeği veril(e)mez” diyerek
karşı çıkanlar, şimdi devletin/milletin
parasıyla içki içelim kavgasındalar. Olacak iş
değil...
Sayın Özkök
soruyor: ”Bilkent
Oteli kendi evleri olmadığına göre, içki
servisi yapılması normal değil miydi? Öyleyse
bu işgüzarlığı kim yaptı?”
Esasında, bu soruyu şu şekilde
sormak gerekir: Bilkent Oteli kendi evleri olmadığına
ve bu yemek devletin/milletin parasıyla verildiğine
göre, birkaç bencilin (egoistin) yüzünden sonradan içki
servisi yapılması normal miydi? Asıl bu işgüzarlığı
kim yaptı?
Başbakan
veya bir başka hükümet temsilcisi, bu yemeği
masraflarını cebinden karşılayarak kendi
evinde vermiş olsaydı, o zaman içki verebilirdi. Ve
buna da kimse itiraz edemezdi. Fakat milletin parasıyla içki
ziyafeti çekmeye de, Türkiye’nin gündemini içkiyle meşgul
etmeye de kimsenin hakkı yok.
NİÇİN BU KADAR İÇKİ ISRARI
Sayın Özkök,
seçim önesinde de AKP Genel Başkanı sayın R.
Tayyip Erdoğan’a sormuştu:”Başbakanlık
Konutu'nda yemek verdiğiniz takdirde içki servisi yapılacak
mı?” Yani sayın Özkök’ün en öncelikli
sorunlarından birisi de içki... 20 yılı aşkın
bir süredir Batı’da yaşayan biri olarak şahsen
bu soruya “hayır” cevabı verilmesini beklerdim. Çünkü Batı’da
“içki ve sigara”
yasağının
kapsamı her geçen gün genişletiliyor. Zira
“içki, artık
Batı’da kötülüklerin anası” olarak kabul
ediliyor. Diyelim ki Batı içki fıçılarında
yüzüyor. Şahsen içki konusunda yine de aynı düşünürdüm.
Çünkü akıl, kötülüklerden uzak durmayı emreder.
Sadece Türkiye’de içki yüzünden meydana
gelen veya ölümle sonuçlanan trafik kazaları, yıkılan
yuvalar, her gün babasından dayak yiyen çocuklar,
şiddete maruz kalan eşler, sadece içkiden
hastalanan, ölen ve sakat doğan bebekler hakkında
sayılar vermeyeceğim. Fakat, evrensel bir sözü
tekrar edeceğim: “İçki
bütün kötülüklerin anasıdır”. Öyleyse bütün
kötülüklerin anasında niçin bu kadar ısrar
ediliyor?
Bu tür tartışmalar,
gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerin gündemini
işgal ediyor. Gelişmiş ülkelerde büyük
gazetelerin ciddi köşe yazarları, daha önemli
konuları gündeme taşımakla meşguller. Çünkü
orada fikir üretiliyor. Mutfak gazeteciliği yapılmıyor.
SAYFA
BASI
a.kilicarslan@t-online.de
Yazarın
diğer
yazıları:
Milletin
parasıyla
içki
içmek
40
yıl önce 40 yıl sonra
Uyum
mu, Kıyım mı?
Zihniyet
Krizi
SAYFA
BASI
|