NETYAZI
Ali Kılıçarslan
|
|
a.kilicarslan@web.de
|
AB’nin
hutbe rahatsızlığı
MART 2005’te Brüksel’de bir araya gelen Avrupa
Birliği (AB) liderlerinin gündeminde Türkiye ile ilgili
çok farklı bir madde vardı: 11 Mart 2005 tarihinde, Türkiye’de
Cuma namazında camilerde okunan hutbe...
AB liderleri, 11 Mart Cuma günü camilerde okunan hutbeden
rahatsız olmuşlar. Öyle anlaşılıyor
ki, AB’nin müdahale ettiği konu sırası
hutbeye, yani ibâdetlerimizin muhtevasına, şekline
kadar gelmiş...
Hutbe, cuma ve bayram namazlarında minberde verilen öğüttür;
ibâdet maksadıyla okunan duâdır. “İbâdet,
emirleri yapmak demektir. Kur’an-ı Kerimi, hutbeyi
okumak ibâdettir.” (Dini
Terimler Sözlüğü, Cild 1, s. 198)
AB’nin hutbeye, yani ibâdete, ibâdetin şekline,
muhtevasına müdahale etmeye hakkı var mı? AB,
kiliselerdeki dini ayinlere müdahale edebiliyor mu? AB,
hutbeden neden rahatsız oluyor? AB’nin rahatsız
olduğu ifadelerin benzeri Hıristiyanlık’ta
veya Yahudilik’te de yok mu? Bütün bu soruların cevabını
vermeden önce, AB’nin rahatsız olduğu “Allah
katında din İslam’dır”
başlıklı hutbeyi tam metin olarak aktarmak
istiyorum. İşte, 11 Mart 2005’te, Türkiye’de
camilerde okunan hutbe:
“Değerli kardeşlerim! Yüce Rabbimiz, on dört asır önce, âlemlere
rahmet olarak gönderdiği son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)
aracılığıyla İslâm Dini’ni bütün
insanlığa tebliğ etti. Allah’ın varlığına
iman etmek, O'nun birliğini kabul etmek, O’na hiçbir
şeyi ortak koşmamak ve yalnızca O'na ibadet
etmek, bu dinin temelini teşkil ediyordu. Bu ilahi mesaj,
aynı zamanda insanlığı hakka ve hakikate,
adalete, bilgiye ve hikmete dayanan güzel ahlâka davet
ediyordu. Zulmü, cehaleti ve fitneyi terk etmeye; fakiri,
yoksulu, yetimi, yolda kalmışı koruyup
kollamaya; komşusu aç iken tok yatmamaya çağırıyordu
Bu evrensel çağrı, kısa
surede bütün dünyada, insanların yüreklerinde yankı
buldu. Öyle ki, bir kişinin tebliği ile başlayan
İslâm, kısa zamanda dünyanın en hızlı
yayılan ve insanları, şefkatli kucağına
çeken bir din haline geldi. Daha bir asır geçmeden
Asya’dan Kuzey Afrika’ya, Atlas Okyanusu’ndan Çin
Seddi’ne kadar insanlar, İslâm’la şereflendiler.
Müslüman olma bahtiyarlığına eren sevgili
kardeşlerim! Allah katında yegane din olan İslâm’ın
(1) bu hızla yayılışına ve insanların
akın akın onu kabul etmesine tahammül edemeyen nice
güçler, bu ilerleyişin önüne geçmek ve insanların
kalplerini İslâm’a açmalarını engellemek için
her türlü yola başvurdular. İslâm’ı ve Müslümanları
tarihten silmek için sözde kutsal ordular oluşturdular,
ancak nihai amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü
karşılarındaki insanlar; tevhit, adalet, takva
ve kendine güven; zulme, şirke, küfre ve haksızlığa
karşı koyma gibi değerleri bünyesinde barındıran
yüce bir dine mensup idiler.
Değerli Mü’minler! Tarihte olduğu gibi günümüzde
de aynı güçler, İslam’ı; çıkarları
ve egemenlikleri karşısında en büyük engel gördükleri
için insanlarımızı bu dinden koparmak amacıyla
planlı ve organize bir şekilde çalışmaktadırlar.
Özellikle etnik ayrımcılıktan, mezhep farklılıklarından,
yaşanan bazı ekonomik ve siyasî sıkıntılardan
ve hatta deprem, sel, kıtlık ve benzeri âfetlerden
yararlanarak, çocuklarımızın ve gençlerimizin
imanını çalmaya çalışmaktadırlar.
Bu faaliyetlerinde, özellikle dinî bilgisi zayıf,
ailesi veya çevresiyle çeşitli sorunlar yaşayan
insanlarımız, bu tür odakların öncelikli
hedefleri olmaktadır.
Sürdürülen bütün bu çabaların da başarısızlıkla
neticeleneceğine inancımız tamdır. Ancak
bu konuda, biz Müslümanlara önemli görevler düşmektedir.
Öncelikle dinimizin, değerini bilmeliyiz. Başta
tevhit inancı olmak üzere İslâm’ın iman,
ibadet ve ahlâk esaslarına sıkı sıkıya
sarılmalıyız. Çocuklarımıza ve gençlerimize
inanç ve değerlerimizi öğretmeliyiz. Bir birimizle
olan ilişkilerimizde kişisel menfaatleri ve geçici
dünyevî arzuları değil; adaleti, sevgiyi, hoşgörüyü
ve yardımlaşmayı esas almalıyız.
Dinimize ve manevî değerlerimize sahip çıkmalıyız.
Hutbemi, Kur’an-ı Kerim’in en son nazil olduğu
bilinen ayet-i kerimesinin mealiyle bitiriyorum: ‘Bugün
dininizi, sizin için kemale erdirdim, size verdiğim
nimetimi tamamladım ve size, din olarak yalnızca
İslâm’ı seçtim.’(2)”(3)
***
AB (liderleri), bu hutbenin içeriğinden rahatsızlık
duymuş(lar). En çok rahatsızlık duyulan ifade
ise “Allah katında yegane din İslâm’dır.”
Bu ifade, Kur’an-ı Kerim’deki Al-i İmran
Suresi’nin 19. Ayeti’nin Türkçe’sidir.
Hutbede, “Haçlı Seferleri”nden
ve “misyonerlik faaliyetleri”nden
de söz edilmesi, rahatsızlığı daha da artırmış.
Sanki hiç “Haçlı Seferi”
olmamış, “misyonerlik faaliyeti”
yapılmıyormuş gibi...
AB’ye göre bütün bu ifadeler “dini ayrımcılığı“
teşvik ediyormuş... Allah aşkına, bu
ifadelerin hangisi “dini ayrımcılığı“
teşvik ediyor?
Kendi sınırları içindeki kiliselerde verilen
vaazlara karış(a)mayan, karışmaya cesaret
bile edemeyen AB (liderleri), Türkiye’den ne istiyor(lar)?
AB’nin “din ve vicdan hürriyeti”ne müdahale olarak algılanabilecek bu tutumu nasıl izah
etmek gerekiyor? Acaba AB, Kur’an-ı Kerim’in tercümesi
için de ölçütler (kriterler) belirledi mi? Ve şimdi
ayetlerin bu ölçütlere göre tercüme edilmesini ve
yorumlanmasını mı istiyor? Böyle birşey söz
konusu olabilir mi? Yoksa Türkiye için “gizli
Kopenhag ölçütleri” (kriterleri)
mi var?
***
Müslümanlar, “Allah katında din İslam’dır”
diyemeyecekler, fakat Hıristiyanlar kiliselerde her gün “İsa'ya teslim olmadan kurtuluş yoktur” diye
dua edebilecekler. İncil’de yer alan şu ifadeler
de AB ölçütlerine göre “dini ayrımcılık”
olmuyor mu:
“Çünkü
Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlunu
verdi. Öyle ki, O'na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın
(yokolmasın), ama hepsi sonsuz yaşama kavuşsun!“
İncil, Yuhanna 3:16
“Oğul'a
iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Ama Oğul'un
sözünü dinlemeyen yaşamı görmeyecektir. Tanrı'nın
gazabı böylesinin üzerinde kalır.” Yuhanna 3:36
“İsa ona,
yol, gerçek ve yaşam ben'im dedi. Benim aracılığım
olmadan Baba'ya kimse gelemez.”
Yuhanna 14:6
***
Her insan ve toplum, kendi dininin “hak” ve “doğru”
olduğuna inanır. Eğer bir insan veya toplum, başka
dinleri ve din mensuplarını rencide ve hakaret
etmeden, inandığı dinin “hak”
olduğunu sözlü ve yazılı olarak ifade
edemezse, “din ve vicdan hürriyeti”nden de,
dinlerin ve din mensuplarının hukuki eşitliğinden
de söz edemeyiz. Kaldı ki, AB sınırları içinde,
Avusturya ve Belçika hariç, İslam/Müslümanlar henüz
diğer din(ler) ve din mensuplarıyla hukuki olarak eşit
konuma gelememişlerdir. Özellikle 11 Eylül’den sonra
camilere yapılan baskınlar sırasında,
polislerin köpekler eşiliğinde ayakkabılarıyla
camilere girmeleri, neyin göstergesi olabilir?
Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) Kuzey Ren Vestfalya (KRV)
Eyalet Başkanı ve KRV Eyaleti Başbakan adayı
Jürgen Rüttgers, “N24-Sendung - Studio Friedman“da,
bakınız ne diyordu: “Doğru olan Katolik
Kilisesi ve onun dünya görüşüdür ve bu görüş
öteki dinlerinkinden daha üstündür.”
AB’den henüz bir tepki gelmedi. Almanya’da da sadece
birkaç politikacı, tepki gösteriyorlarmış
gibi açıklamalarda bulundular ve konu kapandı.
Fakat, Türkiye konusu henüz kapanmadı. Belki de “Gizli
Kopenhag Ölçütleri”nde “ibadet şekli”
ile ilgili maddeler de var. AB, yarınlarda “şu
ibadet şekliniz de hiç hoş değil, bu devirde
secde mi edilir, camilere kiliselerde olduğu gibi masa ve
sandalye koyunuz; AB’ye girmek istiyorsanız, AB’ye
benzemek zorundasınız” derse, şaşırmamak
gerekir. Çünkü, bu teklif daha önce de yap(tır)ılmıştı.
Sözün özü; Batı cephesinde değişen birşey
yok!
1- Al-i İmran, 3/19
2- Maide, 5/3
3- http://www.diyanet.gov.tr/turkish/default.asp
SAYFA
BASI
a.kilicarslan@turkpartner.de
Yazarın
diğer
yazıları:
AB’nin
hutbe rahatsızlığı
Utandıran
Pano
Doğru
yazalım, doğru konuşalım!
Anti-İslam
kampanyası
Sömürge
Medeniyeti
Milletin
parasıyla
içki
içmek
40
yıl önce 40 yıl sonra
Uyum
mu, Kıyım mı?
Zihniyet
Krizi
SAYFA
BASI
|