A vitaminini unutmayın! Mevsim meyvesi gibisi yok. Strese son vermenin 15 yolu Kendinizi değil kilonuzu yakın
·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  YAZARLAR  
·  SÖYLEŞİ  
·  EKONOMI  
·  KADIN & YAŞAM  
·  MUTFAK  
·  SPOR  
·  ÇOCUKLAR/OYUN  
·  FIRMALAR  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
   
   




 

 

Dr. Murad Hofmann’la Divan Sohbeti

   
 Mahmut Aşkar


    




















Murat Wilfried Hofmann 1931 yılında Aschaffenburg’da doğdu. Hukuk doktorasını da yapmış olan Hofmann, 33 sene Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın bünyesinde diplomat olarak görev yaptı. En son Cezayir ve Fas büyükelçiliği yapan Hofmann, 1980 yılında resmen müslüman olduktan sonra Murad adını da alarak Murad Wilfried Hofmann oldu. Türkshow televizyonunda haftalık olarak tarafımdan hazırlanıp sunulan “Divan Sohbetleri” proğramında Almanca olarak Murat Hofmann’la yaptığımız söyleşiyi Türkçeleştirilmiş ve özetlenmiş haliyle siz değerli Turkpartner okuyucularının ilgisine sunuyorum.




















Mahmut Aşkar: Murat Bey, sizinle beraber olmak, belli konuların sohbetini yapmak ve eski bir diplomatın ve birçok kitaba imzasını atmış bir yazarın birikiminden bir miktar da olsa seyircilerle paylaşmak, benim için bir şereftir.
Bir soruyla başlamak istiyorum, hem beni hem de seyircilerimizi ilgilendireceğine inandığım bir soruyla.Murat Bey, İslamı din olarak seçerken, size cazip gelen, sizi cezbeden yönü neydi? Hangi vesileyle müslüman olmaya karar verdiniz ve bu karardan önceki safhayı kısa olarak anlatır mısınız?

Murad W. Hofmann: Bismillahirrahmanirrahim.. 1960’lı yılların başında Cezayir’deki Alman Başkonsolosluğunda genç bir ataşe iken İslam’a ilgi duymaya başladım. Korkunç Cezayir Savaşı’nda müslümanların kahramanaca direnişleri dikkatimi çekmişti. Bir milyon civarında Cezayirlinin hayatını kaybettiği savaşta, müslümanların bu derece disiplinli tavırlarının kaynağını öğrenmek için araştırmaya koyuldum. Bu birincisi... İkincisi ise, bilhassa İspanya ve Tunus’daki islami mimariye duyduğum hayranlıktı. Üçüncüsü de, oldum olası felsefeye olan ilgimden dolayı erken zamanlarda İbni Rüşd, İbni Sina ve Gazali, gibileri okumaya başladım. Özet olarak, beni İslam’a götüren üç yoldan birisi; Cezayir Savaşı,  diğeri, İslam Filizofları ve  üçüncüsü de, İslam Mimarisi olmuştur.

Mahmut Aşkar: Müslümanlıkta kesin karar kılmak için, önhazırlığınız ne kadar sürdü?

Murad W. Hofmann: Aşağı yukarı 20 sene.. Cezayir Savaşı 1962’nin sonuna doğru son buldu. Ben de 1980’de resmen müslüman oldum. Ama geçen bu zaman zarfında 200’den fazla islami eser okudum. Zira, din değiştirmek, gömlek değiştirmek gibi kolay değildir. Başka bir dine karar verirken, bundan  olabildiğince emin olmanız lazım.

Mahmut Aşkar: Peki, müslüman olduktan sonra aile ve yakın arkadaş çevrenizin tepkisi nasıl oldu?

Murad W. Hofmann: Babam önceden vefat etmişti. Annem ise, müslüman olduğumu duyunca çok üzüldü. Kendisi koyu bir katolikti ve benim müslüman olmamdan dolayı kendisinin cehenneme gideceğine inanıyordu. Mesai arkadaşlarım ise anlayışla karşıladılar, çünkü diplomatlar değişik kültürler ve dinlerle zaten yakın ilişki içindedirler.

Mahmut Aşkar: Müslüman olduktan sonra da mesleğinize devam edebildiniz mi?

Murad W. Hofmann: Hatta benim müslüman olmam bir avantaj olarak görüldü ve bundan sonra da diplomat olarak  müslüman ülkelere gönderildim. Çünkü müslüman bir diplomat olan ben, dindaşlarımı zihniyet olarak daha iyi tanıyordum.

Mahmut Aşkar: Dinlerarası diyalog kavramı bana çok doğru gelmiyor. Dinlerden ziyade, dindarlararası diyalog bana göre daha doğrudur. Otuz yılı aşkın bir zamandan beri burada yaşayan bir insan olarak, şahit olduğum, şahsımda yaşadığım konu şudur:  Bu tür diyaloglar sözkonusu olduğunda eşit seviyeli görüşmelerden bahsedilmesine rağmen, müslüman dinine mensup olmanızdan dolayı, ikinci sınıf bir dine mensup insan muamelesi görüyorsunuz.

Murad W. Hofmann: Burada söyeleceğim şey, benim Alman vatandaşlarımın hoşuna gitmeyecektir ama, sergilenen tutum çok acemicedir. Dünya çapındaki böylesi bir ekonomik gücün sergilediği tavır oldukça taşralıdır. Bu durum, Almanya’nın sömürgelerini erken kaybetmesiyle izah edilebilir. Mesela, Fransızlar, İngilizler ve hatta İtalyanlar zamanın koloniyal güçleri olarak başka kültürlerle birlikte yaşama tecrübesine sahip oldular.

Mahmut Aşkar:
Afedersiniz, bu bir mazaret mi? Yani başkaları hakkında tecrübe sahibi olabilmek için illa da sömürgeci mi olmak gerekir?

Murad W. Hofmann: Hayır şart değil, fakat çok saçma gelse de, faydası görüldü. Mesela Avusturya… bugün küçük bir ülkedir ama geçmişte Avusturya-Macaristan İmparatorluğu olarak 1905 yılında Bosna-Hersek’i ilhak etmesi, İslam’ın bu ülkede resmen kabulüne zemin hazırlamıştır. Bugünkü Avusturya devleti müslüman öğretmenler tayin ediyor ve bunlara maaş ödüyor, islam din dersleri için üniversitelerinde eğitimciler yetiştiriyor. Bütün bunlar, Avusturya’nın zamanında kolonyal güç olarak İslam’la tanışmasına bağlı gelişmelerdir. Mesela, zamanın sömürgeci güçleri olan Fransızlar ve İngilizler bu konuda  diğerlerinden daha fazla tecrübeye sahiptirler.

Mahmut Aşkar: Buradaki Türklere birçok konuda ithamda bulunulmaktadır. Bunlardan haklı olan taraflar da olabilir. Ama konu, ecnebiler ve yabancı kültürlerle münasebetlere geldiğinde, işte burada Almanya’nın veya Almanların Türklerden öğrenmesi gereken çok şeyler vardır. Siz de Türkleri ve Türkiyeyi çok yakından tanıyan bir insan olarak zaten biliyorsunuz….

Murad W. Hofmann: Bu sadece Türklere mahsus bir özellik değildir. Çoğulculuk, çok kültürlülük ve başkalarına karşı müsamahakâr olmak, bütün müslümanlar için ortak özelliklerdir. Mesela Kahire’de havaalanı istikametine giderken, belki camiden daha fazla kilise görürsünüz. Kıpti Hıristiyanları 1400 seneden beri müslümanların hakimiyeti altında varlıklarını devam ettirmektedirler. Şam’a gittiğinizde geceleyin kiliserin parıltıları dikkatinizi celbeder. İstanbul Taksim’de belki camiden fazla kilise var. Bu durumu Batılı insanlar bilmedikleri için müslümanlar çoğunlukta olma ihtimalinden  korkuyorlar. Çünkü kendileri çoğunlukta olduklarında İspanya ve Sicilya’dan müslümanları dışarı atmışlardı.

Mahmut Aşkar: Ben zenginim, çok param var ve teknolojik üstünlüğe sahibim, onun için benim dinim senin dininden daha iyidir, gibi bir bakış açısı, ölçü olabilir mi?

Murad W. Hofmann: Avrupalıların, „Avrupa merkeziyetçiliği“ denilen bir ruh hali içinde oldukları kesindir. Dünyaya Avrupa kulesinden bakıyorlar ve teknolojik üstünlüğü elde etmelerinden bu yana çok da uzun bir zaman geçmediğini unutuyorlar. İslam dünyası 9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar, yani 500 sene ilim ve teknolojide en öndeyken, Avrupa çok gerilerdeydi. Fakat bugüne döndüğümüzde, ilmi ve teknolojide Avrupa ve Amerika daha önde olduğu için,  Batılılar da, kendilerini daha üstün görüyorlar.

Mahmut Aşkar:  Hıristiyanlarla Müslümanların tanrılarının aynı olmadığı iddiası  gerçekten doğru mu?

Murad W. Hofmann: Hayır… Zaten oraya gelmek istiyordum. Benim bulunduğum bir toplantıda ilk defa Nassau kenti ve Hessen eyaletinin protestan kilisesi temsilcisi, müslümanlarla hıristiyanların tanrılarının aynı olmadığını söylemişti. Ben de bunun üzerine dedim ki, inanan bir insan başka inançta olana birine dese ki, senin tanrınla benimki aynı değildir; o zaman bundan şöyle bir mana çıkar: Bunu söyleyen adam, ya birden fazla tanrılara inanmaktadır veya benim inandığım hakiki, senin inandığın ise sahte tanrıdır.

Mahmut Aşkar:  Peki buna karşılık söylenen neydi?

Murad W. Hofmann:Tabii ki, üçlü telsisin üç ayrı tanrı manasına geldiğini itiraf edemezdi. O halde, benim üç şahıslı tek tanrım var, diyecekti. Ben tek tanrıya inanıyorum desem, o zaman da, benimki hakiki seninki sahtedir, diyecek.

Mahmut Aşkar: Kitabınızda, islamafobi veya islam antisemitizmi gibi kavramlar kullanmışsınız. Bununla neyi kastediyorsunuz?

Murad W. Hofmann: Demek istediğim şudur: Almanların büyük kesimininde islama karşı olumsuz tavır görmemezlikten gelinemez. İslamla ilgili olan herşeye antipatı duyduklarını inkar etmek mümkün değildir  ve bu islam aleytarlığı, bilhassa 11 Eylül 2001’den sonra daha fazla artış gösterdi. Şunu demek istiyorum: Almanlar bir zamanlar antisemit, yani Yahudi düşmanıydılar. Ve bu zihniyet Holokost’a sebebiyet verdi.  O zamandan sonra antisemitizm tabulaştırıldı, yani Yahudi düşmanlığı kanunen de yasaklandı.

Almanya’da antisemitizm yasaktır. Fakat Filistin ve diğer Arap müslümanlar da yahudiler gibi sami ırkından olmalarına rağmen, islam antisemitizmi yapmak serbest.

Gerçekten günümüz Almanyasında müslümanlara karşı gelişmelerle, 1920 yıllarının sonu ve 1930’lu yılların başındaki Yahudi düşmanlığı gelişmeleri arasında korkunç benzerlikler var.

Mahmut Aşkar: Tehlikeli bir benzerlik…

Murad W. Hofmann: Çok tehlikeli….

Mahmut Aşkar: Evet… „3. Binyılda Yükselen Din İslam“ adlı kitabınızda Almanya’daki Türk azınlığı da mercek altına almışsınız. Müslüman Türkler için milliyetçi tabirini kullanırken, neyi vurgulamak istediniz?

Murad W. Hofmann:Mercek altına aldığım konu biraz da Amerika’daki durumla izah edilebilir. Amerika’da, Almanya’ya kıyasla oldukça az müslüman var. Bunların büyük çoğunluğu akademisyen kökenlidirler. Çünkü Amerika’ya giden müslümanların neredeyse tamamına yakını Arap ülkelerinden, Pakistan veya Hindistan’dan öğrenci olarak gitmişlerdir. Hatta bundan dolayı, Amerika’daki müslüman azınlığın akademisyen oranı Yahudi Cemaatinden bile daha fazladır.

Bu yüzden yüzlerce müslüman okulları ve hatta islam üniversitesi bile var.  Onun içindir ki birçok da avantajlara sahipdirler. Fransa veya İngiltereye baktığımızda, öncü durumunda sadece bir tane müslüman grup görüyorsunuz. Fransa’dakilerin hepsi Kuzey Afrika’dan geliyorlar ve hepsi Fransızca konuşuyor. İngiltere’dekilerin de hepsi İndo-Pakistan müslümanları ve daha İngiltere’ye gelemeden önce İngilizce konuşabildikleri için uyum sağlamada zorluk çekmediler.

Almanya’daki Türklerin durumu ise tamamen farklı. Onlar buraya akademisyen olarak değil, işçi olarak geldiler. Bir başka konu ise, Amerika’da yaşayan bir müslüman Arap’ın veya Pakistanlının anavatanına gidebilmesi için 12 veya 14 saat üçması lazım. Fakat Almanya’daki bir Türk için Türkiye çok yakın  olduğundan anavatanıyla olan bağları daima canlıdır.

Mahmut Aşkar: Peki bunun ne sakıncası var? Buradaki Türk azınlığı milliyetçi olmakla itham ediyorsunuz da...

Murad W. Hofmann:Almanya’da yaşayan Boşnak, Arnavut veya Araplar, Türklerden daha fazla topluma uyum sağlamışlardır. Bu insanlar kendi çevrelerinde İslam’ı temsilde Türklerden daha başarılıdırlar.  Kendisiyle meşgul Türk kuruluşları yüzünden,Türklerin nerdeyse kendi içinde bir getolaşma tehlikesi görüyorum.

Bazen bir Türk camisine gittiğimde, Almanya’yı terk ettiğim hissine kapılıyorum. Orada yemek kokusundan televizyonuna kadar herşey Türktür.  Yine birgün Türk camisindeyken, yanımdaki delikanlı babasına dürtükleyerek beni işaret ederek “Alman!” dediğinde, kendi kendime acaba ben neredeyim diye sordum.

Boşnak, Arnavut veya Arapların camilerine gittiğinizde her milletten müslüman görebiliyorsunuz ama Türk yoktur. Tam tersine Türklerin camilerinde ise Boşnak, Arap veya Afrikalı müslüman göremezsiniz. Bu durum beni endişelendiriyor.

Mahmut Aşkar: Ama bu durum gün geçtikçe değişiyor, her tarafta aynı manzara zaten yok.

Murad W. Hofmann:Allaha şükür....

Mahmut Aşkar: Türk camilerinde de artık Arap, Afrikalı ve az da olsa Alman müslümanlardan da insanlar görmek mümkün. Bahsettiğiniz tablo gittikçe değişiyor.

Murad W. Hofmann:Güzel... Ben zaten asimilasyon istemiyorum.

Mahmut Aşkar: Konumuza devam edelim Murat Bey. Hıristiyan Batı Kültürü veya Medeniyeti ile Müslüman Medeniyeti arasındaki farkı bir iki cümleyle anlatın desem, ne söylersiniz? Yani, bu iki medeniyeti, dinleri değil,  birbirinden ayıran asıl özellik sizce nedir?

Murad W. Hofmann:En basit ortak paydaya indirgediğimizde bile, bu fark, nitelik ve nicelik farkıdır. Batı’daki ölçü, maddedir, alım gücüdür. Geçerli olan şey, ölçülebilen, sayılabilen.şeylerdir..Arkadaşlık, sevgi gibi şeyler değil.

Mahmut Aşkar: Yani materyalist ve dünyevi bir değerlendirme demek istiyorsunuz?

Murad W. Hofmann:Evet...Buna karşılık İslam dünyasındaki misafirperverlik, iman gibi şeyleri ölçemez, tartamaz ve sayamazsınız. Bana göre en büyük farklılık buradadır.

Mahmut Aşkar: Kanaatimce her iki medeniyetin de merkezinde insan var. Fakat Batı medeniyetinin merkezindeki insan, kendini tanrı yerine koyan, yani benden sonra veya benim üzerimde başka bir ilah yoktur diyen bir anlayışa karşılık, İslam medeniyetinin merkezindeki insan, Allah’a kul olan insandır. Siz ne dersiniz?

Murad W. Hofmann:Bir fıkra anlatayım. Güney Cezayir’de cami önünde oturan yaşlı sakallı insanlara yaklaşan Alman öğrenci saatin kaç olduğunu sorar, cevap alamaz. Aynı soruyu ingilizce, Fransızca sorar yine cevap alamaz. Alman turist oradan biraz uzaklaştıktan sonra ihtiyarlardan birisi diğerine dönerek, “bu adam hasta mı, saatin kaç olduğunu neden bilmek istiyor? Bilinmesi gereken önemli vakit varsa, o da bir daha ki namaz vaktidir. Onu da zaten müezzin ezan okuyunca öğrenmiş olacağız.” Bu fıkra bile Şark ile  Garp’ın arasındaki farkı izaha yeterlidir.

Mahmut Aşkar: Sayın Murat Hofmann, Murat Bey, gerçi proğram öncesi konuşmuştuk...Bir erkek olarak kadınlar hakkında konuşmak size göre pek uygun düşmese de... Fakat siz sadece bir Alman müslüman değil, aynı zamanda, hukukçu, eski bir diplomat ve yazarsınız.. Batı dünyasının her köşesinden İslam’daki kadının konumuyla ilgili haber, itham ve suçlamları biliyorsunuz. Müslüman kadın baskı altında, İslam kadına değer vermiyor vs...  Ama diğer taraftan Batı’daki kadın da başka türlü istismar ediliyor... O da başka bir konu..

Murad W. Hofmann:Ben kadın olsaydım, kadınların dünyanın her tarafında baskı altında olduğunu söylerdim. Siyah Afrika, Hindistan, Güney Amerika, Çin, Doğu Avrupa ve o derecede olmasa da bizde de kadın hakları arzu edilen seviyede değildir. Bunu İslamla alakası yoktur. Fakat itraf etmeliyim ki, Hz. Peygamber zamanında kadına verilen haklar ne yazık ki Hz. Ömer zamanından itibaren tekrar geri alınmaya başlandı.

Hattızatında, insanlığın yarısını oluşturan kadının hakkı verilmediği müddetçe, aslına uygun bir İslam medeniyetinden sözedilemez.

Mahmut Aşkar: Aslında İslam, ilk gününfden itibaren kadın haysiyetini kurtaran bir dindir.

Murad W. Hofmann:Bu birçok yönüyle böyledir. Mesela, evlenen bir müslüman kadın kendi soyadını değiştirmek mecburiyetinde değildir. Bir müslüman kadın, servetini kocasıyla paylaşmak mecburiyetinde değildir ve hatta kendi çocuğunu bile emzirmeğe zorlanamaz, çocuğun bakımı kocaya aittir.

Mahmut Aşkar: Mevcut durumun zamanla bedevi töresinin karıştırılması, din gibi algılanmasından da kaynaklanabilir mi? Yani dinle adetlerin içiçe geçmesi  yüzünden denilebilir mi?

Murad W. Hofmann:Aslında o zaman bedevilerde kadın hakları şehirdekilerden daha ilerdeydi. İşin bu noktaya gelmesi acınacak bir durumdur.

Mahmut Aşkar: Parası ve gücü olan bir şeyh yerine göre sadece dört kadınla yetinmeyip, bazen 50-60 kadınla işi kitabına uydurup evlenebiliyor. Bunun neresini İslam’la izah edebiliriz?

Murad W. Hofmann:Bu durum toplumdaki maçoluğun işaretidir. Kuranı Kerimde, 4. surenin 3. ayetinde deniliyor ki, “eğer kendileriyle evlendiğinizde yetimlerin hakkını verememekten korkarsanız, “ dendikten sonra virgül geliyor ve devamında, “o zaman ikinci, üçüncü veya dördüncü hanımla evlilik yapabilirsiniz.” Fakat İslam tarihi boyunca, virgülden önceki görmemezlikten gelindi ve cümle hep yarım okundu. Yani, öyleyse 2., 3. veya 4. kadınla evlenin, yorumu çıkarıldı. İnanılacak gibi değil.

Bu Kuran’ı alet ederek maçoculuk yapmaktır.

Mahmut Aşkar: Kitabınızda, İslam savaşan değil, savaşılan bir dindir, diyorsunuz. Kan, cihad, intihar eylemcileri gibi birçok menfiliğin İsamla bağdaştırıldığı bir zamanda siz bunun tersini söylüyorsunuz.

Murad W. Hofmann:Eğer Batılı birisi, Kuran’a göre İslam’ın şiddetle ilgili doktrinini öğrenmeğe kalkışsa, işin içinden çıkamaz. Zira hangi kuralın uygulanacağı, hangi şartlarda savaş yapıldığına bağlıdır. Adil savaş kuralları ise, yine başka bir husustur. Kuran’da, “onları nerede bulsanız savaşın” hükmünü savaş yapmak veya yapmamak bağlamında okursak, bundan çok korkunç bir savaşçılık neticesi çıkarılabilir.

“Onları nerede bulsanız savaşın” ifadesinden, savaşmak için ağzında bıçak ortalıkda dolaşan müslümanlar anlaşılabilir. Halbuki buaradaki kural, savaşa başlamak için değil, zaten eşit şartlarda devam eden savaş için geçerlidir. Bu da, NATO doktrininden başka birşey değildir. Yani, “eğer bize saldırı olursa, biz de kendimizi düşmana karşı her tarafta savunma hakkına sahibiz.”.  Tabii ki bunlar çok zor konular.

Mahmut Aşkar: Murat Bey, Peygamber Efendimizin zamanında dört büyük savaşın yapıldığını ve bu savaşların tamamında 150 ila maksimum 250 insan öldüğünü okumuştum. Biraz sonra Papa’nın da Regensburg konuşmasına yer verebiliriz. O kuonuşmada Papa, İslam peygamberinin elinde kılıç zorla İslam’ı yaydığını, bir Bizans İmparatoru’nun ağzından iddia etmişti. Halbuki, bu savaşların hepsi de saldırı değil, savunma için yapılan savaşlardır, ne dersiniz?

Murad W. Hofmann:İslam’da iki durumda savaşmaya icazet verilmiştir. Bunlardan birisi, eğer saldırıya uğrarsanız, kendinizi savunmak amacıyla savaşmalısınız. İkincisi ise, şayet adil olmayan bir rejimle idare ediliyorsanız, buna karşı başkaldırabilirsiniz. Başkaca da olmaz.

Hıristiyanlıkta olduğu gibi İslam tarihinde de olaylar Kuran’a göre seyretmemiş, işler tıkırında gitmemiştir ve saldırı amaçlı savaşlar olmuştur. O zamanın şartlarına göre bu tip savaşlara bir izah getirilse de, yapılan iş islami değildir.

Mahmut Aşkar: Oratdoğuya bir göz attığımızda, Filistin ile İsrail arasındaki savaşın 11 Eylül 2001 tarihinden önce de vardı. Soğuk savaş döneminde, iki kutuplu dünya, yani bir tarafda NATO diğer tarafada Demir Perde ülkeleri varken, ülkesini koruyan Filistinlilere radikal islamcı, islamcı terörist vs. gibi sfatlar takılmıyordu. O zamanlar cihaddan veya islamcılardan bahsedilmiyordu. O zamanlar onların adları, hürriyet savaşçılarıydı. Bir de kendimi, ülkesi yabancı güçler tarafından işgal edilmiş insanların yerine koyduğumda, herkes gibi ben de ülkemin hürriyeti için savaşırdım diyorum.

Murad W. Hofmann:Filistin’i düşündüğümde midem altüst oluyor. Bugün Filistin topraklarında bir İsrail devletinin olması, Yahudilerin 3. Reich döneminde maruz kaldıkları zulümle bağlantılıdır.

Gerçi önceden de o topraklarda Yahudi yerleşim yerleri vardı, fakat,  Yahudiler, Nazilerin  zulmüne maruz kalmasalardı, bugün orada bir İsrail devleti olmayacaktı.

Peki ama, niye  bir İsrail devleti Saarland’da kurulmadı? Almanların yaptıklarının bedelini niye Filistinliler ödemek mecburiyetinde kalsınlar?

Dün Yahudilere yapılan haksızlıkların aynısını bugün Yahudiler  Filistinlilere, ülkelerini, canlarını ve kabiliyetlerini alarak reva görmektedirler. Onlar, bir insan gibi değil, hamam böceği gibi muamele görmektedirler. İşte bu durum benim midemi altüst ediyor. Herşeye rağmen, eğer Kuran’ı Kerim 29.ayet, 4.sure’de olduğu gibi intihar olayını kesinlikle yasaklıyorsa, Filistinli de bu kurala riayet etmek mecburiyetindir. Tabii her olayı yargılamak bana düşmez, onu sadece Allahu Tala bilir. İntihar saldırılarıyla savaş kazanmak mümkün değildir. Tam tersine daha çok düşman kazanırsınız ve islami açıdan da bunun izahı yapılamaz.

Mahmut Aşkar: Başka bir mesele. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush, Irak’a saldırmadan önce oraya, bedevilere medeniyet ve demokrasi götüreceğini söylerken, bunu da Haçlı Seferleri olarak tanrı adına yaptığına inanıyordu. Bugün Irak’a baktığınızda, ister hıristiyan, ister müslüman olsun, dinden bağımsız her insan  neticede hangi noktaya gelindiğini görmektedir. Medeniyetler savaşına inanıyor musunuz?

Murad W. Hofmann:Medeniyetler savaşı değiniz şey, insanlar tarafından sahnelenmektedir. Savaşın gayesi bazen güç sahibi olmak, bazen petrol kuyularına hakim olmak, bazen de Irak Savaşı’nda olduğu gibi, İsaril Devleti’ni güvence altına almakdır.
Ve sonuncu olarak, dünyanın en büyük fundemantalist olan Başkan Bush için din bu savaşta önemli bir rol oyunuyordu.

Amerika’da dinin siyasi hayattaki önemi tahmin edemeyeceğimiz kadar büyüktür. Zaten Amerikalıların gözünde  Avrupa artık ateistleşmiştir. İsrail için esas destek zannedildiği gibi Amerikan Yahudilerinden veya Siyonistlerden gelmiyor. İsrail asıl desteği Amerikan hıristiyanlarından, köktendincilerinden, hıristiyan siyonistlerden görmektedir.

Mahmut Aşkar: Hıristiyan Siyonistler de ne demek?

Murad W. Hofmann:Hıristiyan siyonistlere göre, İsrail devleti kurulduktan sonra İsa yeryüzüne inecektir. Bunu, İncil’den olduğu gibi böyle aktarıyorlar. Onun için, İsrail devletinin ayakta durabilmesi için herşeyi yapıyorlar.

Mahmut Aşkar: Siz de biliyorsunuz ki, eski Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra Batı kendisine kömünizmin yerine İslam’ı düşman olarak ilan etti. Çünkü yeni bir düşmana ihtiyaç vardı.Hatta Hans Küng bile bunu İslam adlı kitabında dile getirmektdir. Daha sonra 11 Eylül oldu. Bir taraftan İslamcı Teröristlere karşı savaş, bu bahaneyle önce Afganistan, sonra Irak işgal edildi ve neticede 600 bin insan öldürüldü. Şimdi de İran hedefteki İslam ülkesi.

Sizce bu iş nereye kadar gider? İslam ülkeleri birer birer İsa adına Başkan Bush tarafından işgal edilmeğe devem mı eder, sizce nasıl olur?

Murad W. Hofmann:Sovyetlerin çökmesinden kısa bir müddet sonra gerçekten Batı yeni bir düşman arayışına girdi. Bunu herkesten önce asker istiyordu, çünkü orduya ayrılan bütçenin kısılmasından korkuyordu.

Çok sürmeden sadece 11Eylül değil, 11 Mart da İspanya’daki ve İngiltere’deki olaylar da gösterdi ki, artık yeni düşman aramaya gerek yok, düşman kapıya kadar gelmişti. Ve gerçekten de El Kaida’nın temsil ettiği ekstrem İslam, Batı için bir tehdit unsuruydu. Artık bu hayalet değil, gerçekti. Onun için de  gelecekle ilgili tahminlerde bulunmak zorlaştı artık.

Mahmut Aşkar: Uzmanlar, El Kaida’nın bir Batı medeniyetinin veya Amerika’nın ürünü olduğunu söylüyorlar. En azından Afganistan’da bu böyleydi.

Murad W. Hofmann:Belki de El Kaida modern Batı medeniyetinin  şu manada bir ürünüydü çünkü, Batı’nın kullandığı metotu kullanıyor. Bir de Afganistan’da o zamanlar Amerika, El Kaida’yla hatta Osama Bin Ladin’le birlikte çalıştılar.

Ama şimdi gelinen durumda, İslam’ı terörle özdeştiriyor ve İslam’dan korkuyorlar. Gelinen bu nokta bir din veya medeniyet için, hatta insanlar için çok kötü bir durumdur. Onun için geleceği tahminde insan zorlanıyor.

Allahuekber diye bağıran birisi Almanya’da arzu edilmeyen bir olaya kalkışsa, sabahtan akşama bu ülkedeki milyonlarca müslümanın vaziyeti çok kötü olur.

Mahmut Aşkar: Böyle bir şey olmasından korkuyor musunuz?

Murad W. Hofmann:Tabii ki korkuyorum. Daha şimdiden Almanya’yı terkeden müslümanların sayısı gittikçe artıyor.

Mahmut Aşkar: Murat Bey, henüz birkaç sorum daha var. Kitabınızda benim de sizinle aynı düşüncede olduğum bazı tesbitleriniz var. Buna göre, müslümanlar ezberci, nakilci, komforunu bozmak istemeyen, daha doğrusu, beyin ürünü ortaya koymaktan aciz hale geldiler.

Murad W. Hofmann:Ne yazık ki İslam eğitim dünyasında 14. yüzyıldan sonra trajedik bir durum sözkonusu. İbni Haldun’dan sonra İslam düşünürlerine Hindistan ve İran’da rastlamak mümkün. Daha sonra Suudi Arabistan’da Abdulvahab ve bilahare Mısır’da Muhammed Abduh zikredilebilir.

Aslında niye böyle olduğunu anlamak mümkün değildir. Sanki müslümanlar, Kuran ve sünnet bize yeter, gerisi bizi ilgilendirmez demişler gibi bende bir intiba var. Fenni ilimlere, tabiata ilgi duymamışlar. Halbuki, Allahuteala kendisini sadece Kuranı Kerim’de değil, tabiatta da izah etmiştir.

Müslümanlar eski özelliklerini kaybettiler. Bu birincisi..

İkinci husus ise, 13. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında önem kazanmaya başlayan tasavvufi akımlar, müslümanların dünyayla sırtlarını çevirmelerine sebep oldular. Bu da önemli  bir dönüm noktasıydı. Üçüncü element ise, askeri sahadaki gelişmelerdi. Moğollar, zamanın ilim ve kültür merkezi Bağdat’ı yakıp yıktılar. Buna paralel bir zamanda İspanya’da Kordoba gibi müslümanların ilim merkezleri yerle bir edildi. Durum onu gösteriyor ki, müslümanlar bu iki büyük darbenin altından kalkamadılar. Böylece müslümanlar, bundan sonra ilimdeki öncü rollerinden vazgeçtiler.

Mahmut Aşkar: Müslümanlar olarak, özeleştiri yapmaktan korkuyor muyuz?

Murad W. Hofmann:Günümüzde hedef tahtası haline gelen müslümanların genel durumunu gözönünde bulundurduğumuzda galiba böyle bir korku var. Kendini ateş hattında hissedenler, eleştiriyi ihanet olarak görmekte ve böylesi durumlarda saflarımızı sıklaştırmalıyız diyorlar. Ama bütün bunları mazaret olarak görmek mümkün değildir. Müslümanlar, 14.yüzyıldan evvelki ilim ve fende ileri oldukları dönemi yeniden günümüze adapte edebilmelidirler. Aksi taktirde, ne ciddiye alınırlar ve ne de dünyada bir güç sahibi olabilirler.

Edebiyat ve benzeri dallarda Nobel ödülü almış çok sayıda müslümana karşılık, fizik, kimya, matematik gibi fenni ilimlerde sadece bir tane, ama sadece bir tane Nobel ödülü almış müslüman ilim adamı var.

Mahmut Aşkar: Müslümanlar komforlarının bozulmasını, keyiflerini kaçıracak sorular sorulmasını da istemiyorlar. 13. yüzyıldan 16., 17. yüzyıla kadar refah ve huzur içinde yaşadık. Osmanlı’nın Lale Devri gibi dönemlerinde yaşayan insanları, kendilerini dünyanın en güçlü ülkesinin müreffeh insanları olarak görmekte ve kendilerine rakip de görmedikleri için, niye kendimizi daha fazla zorlayalım diye de düşünmüş olabilirler.
Peki, taklit kavramı üzerine ne demek istersiniz?

Murad W. Hofmann:Taklit’i savunanların düşüncesine göre, Vahiy döneminin müslümanları, yani Hz. Peygamber’in  yakınında olanlar, bir sonraki nesillerden İslam’ı daha iyi bildikleri için, sonradan gelenler, İslam’ın birinci nesli olan müslüman atalarımızın din anlayışına sadık kalmalıdırlar. Bu anlayışa göre, Kuran’ı Kerim’in yeniden yorumlanmasına gerek yok, sadece ilk yapılan yoruma yeni bir yorum ve yorumun yorumu şeklinde devam etmelidir. Bu da çok kısır bir Kuran anlayışı ortaya koymaktadır. Halbuki Kuran, her yeni kuşağı geçmişteki medeniyetinden daha ileri götürecek birşeyler söylemektedir.  Bundan dolayı, mesela 500 yıl önce yaşamış olan şeyh felancı, vahiy dönemine daha yakın olduğu için İslam’ı daha iyi idrak etmiştir, düşüncesi tamamıyla saçmalıktır.

Aslında taklit, yaratıcı kaynaklardan beslenen çalışmaların kurutulması demektir. Bu yüzden mezhepler ortaya çıktı. O zamanlar bir insan mesela Türk’den ziyade Hanefi’ydi. Allah’tan bugün mezhepler çok da önemli bir rol oynamıyorlar artık. Bunu da, Kuran ve Sünnet kaynaklı müslümanlığın dışında, mesela Şafii’ye veya Hambeli’ye göre müslümanlığı kabullenmeyen  Vahabiliğe borçluyuz.

Mahmut Aşkar: Fakat Vahabiliğin de bugün kendine göre çok katı kuralları vardır ve kendisinin dışındaki her türlü ibadet şekillerine karşı son derece müdahalecidir.

Murad W. Hofmann:Eğer bugün Muhammed İbni Abdulvahab yaşamış olsaydı, Vahabilik adına yapılanlardan çok müzdarip olurdu.

Mahmut Aşkar: Ortaçağ Avrupasında bildiğiniz gibi, bir konuya haklılık kazandırmak için Aristo demişti ki... diye başlardı. 13. yüzyıldan sonra İslam aleminde de, benim mezhep imamım veya şeyhim demişti ki, şeklindeki düşünce hakim olunca, artık  ayet ve hadis gibi algılanarak, dokunulmazlıklar ve tabuların başlamasıyla gerilerde kaldığımız kanaatindeyim.

Murad W. Hofmann:Şunu, Arapça’da demişti ki anlamına gelen kala sintomuyla izah etmek istiyorum. İlk diyenin üzerine siz, “demişti ki” ilavesini yaptıktan sonra, ona sizden sonrakiler de, daha nice demişti ki’ler ilave yapılarak devam edip gider. Yani Arapça’da olduğu gibi; kaala, kaala, kaala...

Mahmut Aşkar: Batılı insanların zaviyaesinden baktığınızda veya kendi Alman tarihinizi gözönünde bulundurarak bana Türk kavramının neleri çağrıştırdığını söyeleyebilir misiniz? Türk, eşittir İslam, fetih, korku veya barbarlık? Sizce Türk kavramı bunlardan hangisiyle özdeşleşiyor?

Murad W. Hofmann:Bir Alman için Türk tehlike demektir. Türkler Almanya’nın başkenti olana Viyana kapılarına kadar iki defa geldiler. Almanlar, İslam’ı Türkler vasıtasıyla öğrendiler. Türkleri de tehlike olarak... Böylece İslam’ı da tehlike olarak tanımış oldular. Bizi rahatsız eden bu tip kollektif algılamalardır. İlk defa Kuran tercümesi, “Al Kuran” veya “Türklerin İncili” olarak Almanca’ya tercüme edilmişti ve Türkler de Viyana kapılarına dayanmışlardı.

Mahmut Aşkar: Yani Avrupalılar ilk defa İslam’ı Türkler kanalıyla tanımış oldular.

Murad W. Hofmann:Hayır, bütün Avrupalılar değil! Fransızlar veya İspanyollar değil, ilk defa Almanlar ve Macarlar...

Mahmut Aşkar: İyi tamam... Zamanında Anadolu insanı da en azından iki büyük Haçlı Seferleri istilasına uğradı. Ama buna rağmen zihinlerde hala Almanlar veya İngilizler Haçlı barbarları olarak canlılığını korumuyor.

Murad W. Hofmann:Doğrudur, fakat bu durum, Haçlıların zafer kazanamamalarıyla izah edilebilir. Yani Haçlılar mağlup oldular. Ama daha kötüsü, sömürgecilik döneminin hatırlanmasıdır.

Mahmut Aşkar: Ama Türkler de Viyana önlerinde Yenilgiye uğradılar.

Murad W. Hofmann:Fakat Türkler sömürge durumuna düşmediler.

Mahmut Aşkar: Evet olmadık...Çok şükür ki olmamışız.. Yavaş yavaş proğramın da sonuna yaklaşıyoruz. Sizden, Almanya’daki müslüman azınlıkla ilgili değerlendirme ve tavsiyelerinizi almak istiyorum.

Murad W. Hofmann:Bugün çok saçma bir durumla karşı karşıyayız. Musevilik Ortadoğuda ortaya çıktı. Hıristiyanlık Ortadoğu’da ortaya çıktı. İslam hakeza öyle. Günümüzdeki ise, sanki Hıristiyanlık Avrupa’da ortaya çıkmış gibi bir tavır sergilenmektedir. Halbuki Hıristiyanlıkta, batılı kavramlardan ziyade şarklı kavramlar daha fazladır.

Mahmut Aşkar: Mesela, çoğu Alman, hıristiyan Arapların buradaki Gott karşılığında Allah dediklerini bilmiyorlar.

Murad W. Hofmann:Evet.. Günahkar doğmak, çarmıhta kurtuluş, üçlü telsis, tanrının bakire bir kadından dünyaya gelmesi, papalık gibi şeylerin kökü, antik çağdaki Persler ve Mısırlılara dayanmaktadır. Eğer Avrupalı bir dinden bahsedilecekse, o da İslam’dır.

Hiçbir şek ve şüphe götürmeyen Tek tanrılı inanca sahip, papalık makamı, kutsama törenleri, doktrinleri olmayan, teknolojik çağın demokratik insanına cevap verecek, son derece çağdaş ve modern bir din, İslamdır.

Ama ne mümkün... İslam, şarklı bir din muamelesine tabi tutulurken, Hıristiyanlık garplı olarak görülmektedir.

Mahmut Aşkar: Müslümanlara yapılan bir başka suçlama da, aydınlanmayla ilgilidir. Müslümanların aydınlanmaya ihtiyacı var mı?

Murad W. Hofmann:Bunu duyunca palmiye ağacına tırmanasım geliyor ama burda palmiye ağacı yok... Avrupanın aydınlanmaya şiddetle ihtiyacı vardı, niçin?... Çünkü Avrupa’da sanat, ilim ve din asırlarca kilise tarafından baskı altında tutuldu. Avrupalı, 18.yüzyıla kadar kilisenin baskısından kurtulamadı. Ama İslam’da böyle şeyler olmadı. Tam tersine, aydınlanmadan bahsedilecekse, bunu İslamiyet erçekleştirmiştir. İslamiyet, tepesi üzerinde duran Hıristiyanlığı ayakları üzerine doğrultmuştur.

Onun için, müslümanlara aydınlanma çağrıları, tarihi gerçeklere ters düşmektedir. Çünkü biz müslümanlar dünyaya aydınlanmış olarak geldik. Fakat Batı, kendi geçmişinden dolayı aydınlanmak mecburiyetindedir.

Mahmut Aşkar: Belki bu manada değil ama sıradan bir müslüman olarak, bazı konularda aydınlanmaya ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Mesela Kuran-ı Kerim’deki bazı ayetler birçok manaya gelebiliyor, fakat bunu ben yorumlayamam, konusunda uzaman kişiler tarafından açıklanması gerekir. İşte böylesi durumlarda kafamız karşıyor, tıkanıp kalıyoruz. Bazı konular vardır ki, hep tartışma konusudur.  Bazı ayetler günümüz gerçekleri gözönünde bulundurularak açıklanmadığı müddetçe, kafaların karışıklığı da devam edecektir.

Murad W. Hofmann:Bununla ilgili taklit konusunu konuşmuştuk. Eğer ben taklitçilik yapmazsam, işte o zaman Kuran ve Sünnet temelinde, inancımı çağın gerçeklerine uygun yaşayabilirim.

Mahmut Aşkar: Son veya sondan bir evvelki soru. Geçen sene (2006) sözde 4000 Alman müslüman olmuş. Bununla ilgili  İçişleri Bakanı Schaeuble yaptığı açıklamada, tereddütlerini dile getirmiş. Yani müslümanların çoğalması, terör tehlikesini de beraberinde getiriyormuş. Bu değerlendirmeği siz nasıl yorumlarsınız?

Murad W. Hofmann:İslam’a geçenler, din değiştirmemiş, aslında asıl dinlerine dönmüşlerdir. 4000 insanın müslüman olmasını, ancak İslam’a olan aşırı ilginin neticesi olarak izah edebilirim. Eskiden, bundan 20-30 sene önce Frankfurter Algemeine gazetesinde İslamiyet’le ilgili byazı görmek mümkün değildi. Bugün ise her nüshasında 5 veya altı ayrı yazı vardır İslamiyet üzerine.İşte bu aşırı ilgi, insanları İslamiyet konusunda araştırmaya götürüyor. Müslümanların ne düşündüklerini öğrenmek isterken Kuran’ı  Kerim’i okumaya başlayanları, müslüman olma gibi burada bir tehlike beklemektedir. İslam’ı seçen Almanları da ben böyle değerlendiriyorum.

Mahmut Aşkar:  Sayın Murat Hofmann, çok yararlı bir proğram oldu. En azından ben çok istifade ettim. Umarım seyircilerimiz için de faydalı bir proğram oldu, çok teşekkür ederim.

 


Mahmut Aşkar
Bu Vebal Kimin?
Bilgiye muhtacız, bilge başımızın tacı... Lâkin arınmış, durulmuş bilgi ve arındıran bilge! Devam
Yakup Yurt
14 ŞUBAT SEVGİLİLER GÜNÜ VE 3S KURALI…
Gül-diken bütününde esas olan güldür.
Devam
Hidayet Kayaalp
OYNAMADAN GÜLEBİLMEK
„Gülelim-oynıyalım“  şeklinde deyim üreten belki de az millet bulunur yeryüzünde. Devam
Ali Kılıçarslan
TÜRKİYE GÖÇ VAKFI
Göç hareketi yarım yüzyıllık bir süreçten sonra, özellikle göç edilen ülkelerde yeni bir boyut kazanmıştır. Devam
Ozan Yusuf Polatoğlu
Bitlis’de 5  Minare  İsviçre’de 4 Minare
İsviçre’nin Müslümanların yaşamadığı çok kenar çevrelerden yüksek oranda minareye hayır oyları çıkmış, yoksa minareyi çok başka bir şey mi sanıyorlar fıkradaki gibi… Devam
Muhsin Ceylan
Eğitim masallı uyum yalanları...
Günümüzdeki uyumla alakalı sıkıntıların sebeplerinin mevcut kanun ve uyugulamalar olduğunu Sayın Bakan bilmez mi? Devam
Leman Kuzu
SEVGİ  ZAMANI!..
SEVGİ  İNSANLARA VERDİĞİNİZ SÜRECE SEVGİDİR...   Devam
Yakup Tufan
GÖÇMENLER VE UYUM MECLİSLERİ
Almanya’da gerçekleşmesi arzu edilen gerçek bir uyum, ançak -gerçek bir demokratik hak- ve -eşitlik ilkesi- ile elde edilebilir. Devam
Orhan Aras
KIRMIZI GÜL
Ama hangimiz şimdiye kadar güzel öğütlere kulak vermişiz ki? Hangimiz bile bile hayatımızda pişmanlıklar yaşamamışız ki?
Devam
Prof. Dr. Hacı Duran
İsrail'in Arapları, Ermenistan'ın Türkleri
Türkiye ile Ermenistan'ın Zürih Protokolü çerçevesinde yeni bir süreci başlatması, barış adına iyi bir gelişmedir. Devam
M. Ali Aladağ
Kötüler ve İyiler
Adam doğan güneşe sırtını çevirdi, batacak güneşten yana yüzünü döndü. Devam
Üzeyir Lokman  Çaycı
Bu adam senin baban
Ay yıldızlı bayraklar da yıllar sonra yine devletin asil güçleriyle birlikte bölgede yerlerini almışlardı. Devam
Ayten Kılıçarslan
Köpekler ve İnsanlar
Hepimiz farklı zaman ve mekânlarda keşke dedik. Hem de bir defa değil binlerce kez söyledik…
Devam
Nurdoğan Aktaş
Türkçe Konuşulan Yerler İstanbul’dur
Tofiq Abidin
RAŞİT DEMİRTAŞ a  UĞURLU YOL
İsmail Tüysüz
BİZDEN ÖNCE MASALLARIMIZ GELMİŞ
Doğan Tufan
Bizans Oyunlarına dikkat